Arşiv

Seyahat


Muhterem Okuyucu,

Muhtemelen Türkiye ortalamasındaki bir milli eğitim kuruluşuna tabi olarak yetiştirildiniz, akranlarınızla aynı doktrinasyondan geçerek hiçbiri size ait olmayan soyut davaların yılmaz bir neferi oldunuz. Tarihi hep kazananın kaleminden okuyarak bazı kavramların sade “bize” özgü, “bizimle” anlam bulan ve “başkasında” olmayan kavramlar olduğuyla yetişip düşünce sisteminizi de buna oturttunuz. “Devlet ebed müdded” denince aklınıza “peki ya La Città Eterna?” diye sormak gelmediği gibi Roma’dan Konstantiniyye’ye geçen “Caput Mundi” sıfatından da şüpheye düşmediniz. Hesapta İslamiyet, Gök Tanrı inancına yakındı o yüzden İslam’ı seçti Türkler… Pagan dininin yılmaz savunucusu olup, İsa’ya çektirdiklerinden sonra “haddini aşarak” nefret ettiğine benzeyen Romalılar’ı da düşünmediniz. Akıllı yöneticilerin mucizeleri halkı gütmek için koruyup kolladığını bilmeden sanki sadece bizdeymişiz gibi hayret ettiniz. Öyle ya, Peygamber Mısır Çölü’nde sadece Sultan Selim’e gözükmüş! Hem laik bir yönetime sahip olmakla övündünüz, hem de bu laik yönetimlerin bekçilerinin dini kurumları nasıl teşvik ettiklerini hiçbir şekilde anlamlandıramadınız. Dinin yönetme talebini sadece İslam’la bağdaştırdınız; “İnsanlar laik olmaz devletler laik olabilir” atmasyonuyla dindarlığı su götürmez koca koca devletlülerin kardeşlerini çocuklarını nasıl boğdurduklarını da düşünmediniz, hatta sadece bize özgü sandınız. Devlet işlerindeki toleransı ve “ekmeğin yarısını çalsa bile ekmek yapmanın fırıncıya bırakılması gerektiğini” dahi anlamadınız. Tımar sisteminin belki ilk örnekleri olarak savaşta kazanılan ganimeti “devlete” bırakan Romalı askerlerden ne eksiğimiz vardı? “Diktatör”ün kökenini sadece 1940lar’a kadar sürüp aslında çok daha eski ve gerekli bir kurum olduğunu dahi öğretmediler size. Dilinden dinine, musikisinden kültürüne her şeyi toplama bilgisayar kıvamındaki nadide yurdumuzda, batının teknolojisini alırken ahlakını orada bırakmaya çalışma çabamız boşa çıkmış. Tüm bu soyutları bırakalım, Venedikli’nin caffe, Türk’ün kahve dediği ve yaklaşık aynı zamanlarda tüketmeye başladıkları içeceği dahi fark etmediniz. Tüm bunlar, uzayda trans hümanizm peşinde koşup devlet yönetimi adına binlerce yıldır yeni bir şeyler söyleyemeyen günümüzün fevkalade modern Platon-Machiavelli güdümlü devletlerinde yaşandı. Kimse size Osmanlı’nın devamı Türkiye Cumhuriyeti’nin aslında Üçüncü Roma İmparatorluğu olduğunu söylemeyecek. Bunu anlamak için bir Roma gezisi yapmak, yapmadan evvel de ilacın reçetesini okumak farz!

Read More


Bask halkı, İberya Yarımadası’nın bugün yaşayan en eski halkı olarak bilinir. Başka devletlere olan bağımlılık dönemlerinde bile Basklar, özerk yapılarını korumayı başarmışlardır. İber Yarımadası’ndaki bütün krallıklar, 1469’da İsabel ve Ferdinand’ın evlenmesi ile birleşen Aragon ve Kastilya Krallıkları altında toplanınca, Basklar da bu birleşik krallığın uyruğu altında girdiler. Bask ve Katalan halkları bu dönem boyunca özerkliklerini korumaya çalışsalar da 17. ve 18. yüzyıllarda merkezî devlet yaratma çabaları, bugün de yaşanan ulusal sorunların temelini oluşturdu.

Plaza Mayor, Madrid

Read More


Dünya terslikler, zıtlıklar, inkâr, isyan ve birbirini yanlışlayan hakikatler üzerine kurulmuş. Bunlar her ne kadar beraber olması imkânsız gibi gözükse de aslında birbirlerini besleyerek gel(iş)miş, bir anlamda ihtiyaçlarını karşılamış, düşmanlıklarının kıymetini bilmiş ve aynı ağın parçası olmuşlar. İspanya da ait olmadığı bir yerde gezinen yabancı gibi, Avrupa’nın ortasında Orta Doğu esintileri yaşatan bir ülke. Kışın ortasında bile gezginlerle dolu, havadan sudan bağımsız bir sayfiye yeri gibi… Ülkemizde de kültürel anlamda yakın bulunduğundan gidilecek yerler listesinin başında gelen İspanya, MÖ 1100 yıllarında buraya ilk yerleşen Fenikeliler ile birlikte tarih sahnesine çıkmış, günümüzde yarı özerk bölgelerin oluşturduğu bir devlet olarak İber Yarımadası’nda yer almaktadır.

Barselona Katedrali

Read More


Siz de benim gibi Venedik’in popüler kültürde çok abartıldığını düşünüyorsanız bir kez ziyaret etmekte fayda var. Kuzeydoğu İtalya’nın, kanallarla ayrılmış ve köprülerle bağlanan 100 küsür ada üzerine kurulu bu kentinin her tarafı ayrı bir masal köşesi gibi… Bu romantik şehrin mimarisi, neredeyse İtalyan tarihinin de geniş bir özeti; Gotik, Rönesans ve Barok stilleri her bir köşede sıklıkla görülebilir. Öte yandan gerek zamanın Osmanlı – Venedik ilişkileri, gerekse bundan önceki Katolik – Ortodoks ilişkileri nedeniyle (ve hatta bunlardan Türkler’e miras kalan alışkanlıklarla) burada göreceğiniz çoğu tarihî eseri daha önceden başka yerde görmüş gibi hissedebilirsiniz. Buraya birkaç gün daha fazla zaman ayırmanızda fayda var. Şehrin sokakları suyla dolu olunca haliyle ulaşım da buna uygun yapılmış. Dolmuş yerine vaporetto denen küçük tekneler, gerek şehir içi gerek adalarla olan ulaşımı sağlıyor.

Floransa’da biten her gezinin son durağı mutlaka Michelangelo Tepesi olmalı

Read More


Daha çocukluğumdan başlayarak yatırım kavramının içerisinde yoğruldum. Kapalıçarşı’da atölyeler ve sarraflar arası çalışan ve umarsızca ıslık çalarak cebinde birkaç kilo altın taşıyan çocuklardandım. Mark ve florinin tedavülde olduğu, insanların söze güvenerek tomarla para ve altın alışverişi yaptığı ve her şeyin daha basit olduğu zamanlardı. Pratik deneyimin yanına teorik bilgi de gelmeye başlayınca dünyam değişti, Matrix’teki Neo’nun her şeyi sayısal algılaması gibi çevremde olup bitenleri yatırım gözüyle incelemeye başladım. Kendi gözümle görene kadar ise İtalya’nın neden bu kadar popüler olduğunu anlamamıştım. Şehirleri dünyada en çok turist çeken yerlerden olan bu ülkeyi ziyaret edince bunun nedenini anladım: Dünyanın en çok sömürülen kavramı din ve aşk… İkisinin de membası İtalya…

Ponte Pietro’dan Adige Nehri ve Verona

Sadece bu iki soyut kavramla değil, biz bankerler için de her şey İtalya’da başladı. Dünyanın en büyük bankası (!) ve ilk bankasının yer aldığı ülkenin resmi dili, çoğu bankacılık teriminin de kaynağı… Yolculuk için yaptığım çalışmada, kendi çocukluğuma ait yukarıdaki anıların bir zamanlar İtalya’da da yaşandığını ve bir mesleğin doğduğunu bu vesileyle öğrendim.

Read More


Britanya Adası’ndan İrlanda Adası’na geçiş için uçak yolculuğu yapabileceğiniz gibi iki saatlik bir feribot yolculuğu da yapabilirsiniz. Oldukça keyifli ve havadar bu yolculukta yiyecek içecek servisleri de mevcut. Kaldığımız Edinburgh’dan Belfast’a kadar feribot ve otobüs yolculuğu şeklinde bilet aldık. Otobüs bizi Edinburgh Terminali’nden alıp feribotun kalkacağı Ayr’a kadar getirdi, daha sonra feribotun yanaştığı Belfast’tan da şehir merkezine kadar başka bir otobüs bizi getirdi. Saat sabahın altısı olmasına rağmen Ayr denen yerde ancak çocukluğumuzda ilkokuldaki resim derslerinde çizdiğimiz türden manzaraları hayal meyal hatırlıyorum, belki siz burada daha çok vakit geçirmek istersiniz.

Kraliçe Viktorya'nın eşi Albert ölünce, Kraliçe tüm İngiliz İmparatorluğu'nda yas ilan etmiş ve kapıların siyaha boyanmasını emretmiş. İrlandalılar ise bu emre pek uymamış gibi...

Kraliçe Viktorya’nın eşi Albert ölünce, Kraliçe tüm İngiliz İmparatorluğu’nda yas ilan etmiş ve kapıların siyaha boyanmasını emretmiş. İrlandalılar ise bu emre pek uymamış gibi… Tabii bu sadece bir rivayet…

Read More


Evrim Teorisi’ne inanır/dayanır mısınız bilemiyorum, fakat hayat yolunda bir süre yürümüşseniz çevrenizdeki hayat tarzından iş yapış şekillerine, teknolojiden insan ilişkilerine birçok şeyin aslında bir evrim sürecinden geçtiğini fark etmişsinizdir. Geçtiğimiz yüzyılın başında insanlara söyleseniz muhtemelen deli olarak adlandırılacağınız bir hayat tarzı şimdilerde iyice içimize işlemekte, fakat bundan da ötesi rahatlıkla hayal edilebilmektedir. İnsanlık tarihi son 50 yılda, daha önceki tüm gerçekleştirmelerinin üstüne kat kat çıkmışken yaşadığımız yıllarda çok önemli bir döngünün de kırılmakta olduğu aşikâr gibi duruyor.

Read More


“Tüm insanlık tarihi boyunca medeniyete katkısı İskoçlar’dan fazla olan tek millet olsa olsa Yunanlılar’dır” demiş Winston Churchill.

Yazı dizimin birinci bölümünde de belirttiğim gibi 1707 yılına kadar bağımsızlığını korumuş olan İskoçya, daha sonrasında İngiliz Krallığı ile birleşmiştir. Bundan önce ise en dikkat çekici olay, varis bırakmaksızın 1286’da ölen İskoç Kralı III. Alexander ve sonrasında Norveçli Bakire olarak adlandırılan ve tahta henüz dört yaşındayken çıkarılan torunu Margaret’tir (bu olay İskoç tarihinde The Great Cause olarak adlandırılıyor). Krallığı boyunca İngiliz baskılarına karşı koymayı başaran III. Alexander’ın yokluğunda İskoç soylular, Margaret büyüyene kadar geçici bir hükümetle durumu idare etmeye çalışsa da İngiliz Kral Edward bu durumdan yararlanmak için Margaret’i oğluyla evlendirmek ister fakat kaderin garip bir cilvesi ile Margaret, Norveç’ten İskoçya’ya dönerken yolda hastalanır ve ölür. Bu durumda tahta kimin aday olacağı hususunda bağımsız bir hakemin karar vermesini isteyen İskoç soylular, kümesi tilkiye emanet ederek İngiltere Kralı I. Edward’ı bağımsız hakem olmak üzere davet ederler. Fakat I. Edward bu durumdan faydalanmak için büyük bir orduyla sınıra gelir ve John Balliol’u İngiltere’ye bağlı İskoçya’nın hükümdarı olarak atadığını belirtir. Bundan sonra ise esas karışıklık Balliol’un İngiltere’ye vergi vermekten vazgeçerek savaşmaya karar vermesi ile başlar. Bu sırada hepimizin Cesur Yürek olarak tanıdığı William Wallace tarih sahnesine girer. İngilizler tarafından öldürülen babası, ağabeyi ve karısı nedeniyle onlardan nefret eden Wallace, İskoç bağımsızlığının da temel taşı olmuştur.

Read More


13. yüzyılda üniversitesinin kurulmasından bu yana Oxford, takip eden senelerde İngiltere’nin en önemli kültür ve turizm merkezlerinden biri olmuştur. Bunda, dünyadaki üniversiteler arasında mimari açıdan önde gelenlerinden biri olmasının yanında Harry Potter gibi edebiyat eserlerinin de payı büyüktür. Dünyaca ünlü Alice Harikalar Diyarında adlı eserin kahramanı Alice, Oxford’taki Christ Church Koleji Dekanı’nın kızı Alice Liddell’den ilham alınarak yaratılmıştır. Oxford’un bu birikimi, Hitler’i de etkilemiş olacak ki İkinci Dünya Savaşı’nda İngiltere’yi işgal için bombalarken Oxford’a kesinlikle dokunulmaması talimatını verir, çünkü Oxford’u Alman İmparatorluğu’nun başkenti yapmak istemiştir. Amerikalılar’ın kültürel özellikleri nedeniyle Kyoto yerine Nagasaki’yi bombalaması gibi bir sebepten ötürü Oxford, 13. yüzyıldaki mimari dokusuyla günümüze gelebilmiştir. Stradivari’nin kemanı, Guy Fawkes’un lambası gibi değişik eserlerin sergilendiği, dünyanın ilk müzesi (1683) Ashmolean Müzesi de Oxford’ta gezilebilir.

Yaklaşık gezi rotası...

Yaklaşık gezi rotası…

Read More


Bir insanın ergenlikten delikanlılığa geçtiği çağların duygusal iniş çıkışları gibi bir yer İngiltere… Eskiden ne varsa bugüne taşıyan, ama bugün olanı da eskiye götüren; üstelik bunu yaparken şu anın tüm hızını ve şimdinin tüm yerelliğini taşıyan bir memleket… Dünya üzerindeki değişik yerlerde sömürge sahibi olmasıyla “üzerinde güneş batmayan ülke” tabirini hak edip birçok ülkeyi ve milleti sömüren, ama şimdi de bu ülke insanlarının bu ülkede tutunabildiği (belki de şimdi kendi “sömürülen”) bir yer… Bu yüzden, belki de İstanbul’la benzer bir yanı olarak “Londoner” birine “nerelisin?” diye sorduktan sonra “aslen nerelisin?” diye sormak da elzem… İstanbul’dan birkaç bin yıl daha genç, fakat ondan daha ihtiyar… İki Şehrin Hikayesi’nde sokaklarında akan oluk oluk kandan bahsedilen, Guy Fawkes’un günümüzde yaşasa rejim karşıtı aşırı dinci teorisyen olarak belki sık sık televizyonlarda röportaj verebileceği kadar özgür ve gerçek…

Özellikle lise yıllarında, yağmurlu İstanbul sabahlarında kulağımda Madonna’nın, Beatles’ın, Ronan Keating’in çözmeye çalıştığım İngilizceleri ile söyledikleri şarkılarda hep bir gün Londra’daki borsa sokağını ziyaret etmeyi, Edinburgh’da hayalet hikayeleri dinlemeyi, Dublin’de belki yeşil cinleri görebileceğimi (!) düşünürdüm. Uzun yıllardır kafamda olan Birleşik Krallık gezisi ancak yaş 33’e gelince kısmet olacakmış. İki sene önce planladığım ve Londra’dan Dublin’e doğru oluşturduğum gezi planı, çeşitli işlerin araya girmesi sonucu epey bir süre ertelenip ancak bir Ramazan Bayramı’na denk gelecek şekilde uygulanabildi. Nasipte iki defa niyet edip tüm otel, bilet ve vize işlemlerini yaptıktan sonra iptal etmek olduğu kadar İngiltere’ye giden arkadaşlarımıza hazır gezi planı verip onların gözlerinde Thor ile William Wallace arası bir yere oturmak da varmış. Eh, olduğu kadar, olmadığı kader…

Bu manzaraya eşlik edecek şarkıyı siz seçersiniz artık...

Bu manzaraya eşlik edecek şarkıyı siz seçersiniz artık…

Read More