Kore Tarihi ve Ekonomisi Üzerine


Kore yarımadası üzerinde yapılan araştırmalar, bu bölgede 8.000 yıl önce neolitik çağın başladığını ve sonrasında bölgenin, birçok medeniyete ev sahipliği yaptığını göstermektedir. Özellikle kıyılara ve nehirlere yakın yerlerde oldukça fazla sayıda medeniyet kurulmuştur. Milattan önce 2333 yılında kurulan Gojoseon hanedanının lideri Dangun, Kore’nin de kurucusu ve atası sayılmaktadır. Bu yıldan altıncı yüzyıla kadar Goguryeo, Baekje ve Silla isimli üç krallık etrafında şekillenen Kore’de altıncı yüzyıldan itibaren kabilelerin birleşerek Gaya adlı konfederatif yapıdaki birliği kurduklarını görürüz. Sonrasında ise Silla Krallığı’nın, Çin’deki Tang Hanededanlığı’ndan da yardım alarak diğer krallıklara üstün gelmesi sonucu bu krallığın üç yüz yıllık hâkimiyeti başlar. Gyeongju’daki Bulguksa Tapınağı da Silla Krallığı döneminde inşa edilmiştir. Yine bu dönemde, Mançurya taraflarında Balhae Krallığı’nın da kurulduğunu görürüz ki bu krallık yaklaşık dört yüzyıl sürecek olan Goryeo Hanedanlığı’nın da temelini oluşturur.

Kore’ye ismini veren Goryeo Hanedanlığı, Silla Krallığı’na başkaldıran Wang Geon tarafından kurulmuştur. Bundan sonraki dönemde ise Joseon Hanedanlığı beş yüzyıl kadar Kore’yi yönetmiştir. Nihayet 1800ler’in sonlarına doğru Kore İmparatorluğu adıyla yönetilen bölge, 1910 yılında Japon işgaline uğramıştır.

1900ler’in başında emperyalist bir güç olma yarışında geri kaldığını düşünen Japonya’nın saldırgan politikası sonucu bu ülke Rusya ve Çin ile savaşmış ve bu savaşlardan galip ayrılmıştır. Bunun da getirdiği özgüven ile Kore yarımadasını işgal eden Japonya, Kore’de 1930lar’ın ortalarına kadar bir koloni kurmaya çalışmıştır. Bu dönemde Koreliler’i asimilasyona uğratmaya çalışan Japonya, mümkün olduğu kadar sosyal hayata penetre olarak kendisi için bir hammadde ve işgücü kaynağı yaratmaya çalışmıştır. 1 Mart 1919’da barışçıl bir bağımsızlık mitinginin Japonlar tarafından şiddetle bastırılması ve binlerce kişinin öldürülmesi sonucu Koreliler arasında milliyetçilik düşüncesi baş göstermiştir. Hemen bu olayın akabinde, 13 Nisan 1919 tarihinde Şangay’da bir Direniş Hükümeti kurularak Japon istilasına karşı muhalefet başlamıştır. 1920 ve 1930 arasında Kore’deki Japon ordusuna silahlı direniş de gösteren bu Hükümet’in faaliyetleri; Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı’nda yenilip çekilmesine dek, yani 1945’e kadar sürmüştür. Japonya’yı Kore yarımadasından atan Sovyet ve Amerikan güçlerinin karşılıklı güven anlaşması nedeniyle kuzey ve güneyde asker bulundurması ve daha sonra oluşan görüş ayrılıkları, 1948 yılında 38.paralel temel alınarak Kore’nin bölünmesine yol açmıştır.

Esas askeri gücü elinde bulunduran Kuzey Kore, 25 Haziran 1950 tarihinde Güney Kore’yi işgale başlamıştır. Savaşın başlangıç tarihi ve hemen öncesi itibariyle Kuzey Kore, mekanik savaş araçları, toplar ve insan gücü olarak Güney Kore’ye göre daha üstündü. Ayrıca Sovyet teknolojisi ile yapılmış birçok fabrika da Kuzey Kore’de bulunmaktaydı. Buna mukabil Güney Kore’de ise Kuzey Kore’ye göre verimli tarım arazileri bulunmaktaydı, ki Kuzey Kore’nin işgalinin önemli sebeplerinden biri de budur.

Kuzey Kore’nin başında, Japonya’nın Çin’i işgali sırasında gönüllü Kore milisleri arasında savaşmış daha 30’lu yaşlarındaki Kim-İl Sung varken, Güney Kore’nin başında ise Amerikan eğitimli lider 70 yaşındaki Syngman Rhee bulunuyordu. Üç sene süren savaştan sonra geride kalan; kazananı olmayan, tamamen yıkılmış ve ikiye bölünmüş bir ülke ve “düşman kardeşlerdi”.

O dönemde NATO’ya katılmak için kendisinden bazı “fedakârlıklar” beklenen Türkiye’nin, Kore yarımadasında bugün bile hala hatırlanan destansı mücadelesinden de söz etmemiz gerekir. Üç yıl süren savaşta 700’ün üzerinde şehit vererek en çok şehit veren üçüncü ülke olan Türkiye’nin (en çok asker kaybeden ülkeler Amerika ve İngiltere’dir) kod adı Şimal Yıldızı’ydı (North Star). Kore yarımadasına ilk ayak bastığında çelimsiz bulunarak diğer ülke askerlerinin yedeği gibi görülmesine karşın Mehmetçik, gerek mermisinin bittiği yerde süngüsüyle hücuma kalkması, gerek sayısal üstünlüğün karşı tarafta olduğu Çin destekli Kuzey Kore ordusuna karşı başarıyla gerçekleştirdiği yarma ve taarruz harekâtları ve gerekse esir düşen düşman askerlerine bir esirden çok bir misafir gibi davranması ile kısa zamanda gerek savaşan diğer orduların gerekse düşman hatlarındaki askerlerin takdirini kazanmıştı. Bu anlamda Türk askerinin savaştaki kahramanlıkları, halen Güney Kore’de özellikle belirli bir yaşın üzerindeki kişiler tarafından bilinir; herhangi bir kaynakta okuyabileceğiniz tüm övgüler Güney Koreli birinin ağzından dökülebilir. Eğer ki Güney Kore’ye giderseniz ve Türk olduğunuzu söylerseniz, birileri çıkıp size savaşta Türk askerlerinin neler yaptığını ballandıra ballandıra anlatabilir, şaşırmayınız!

Temmuz 1953’te savaşa taraf olan devletler ile Kuzey Kore ve Güney Kore arasında bir ateşkes imzalanmıştır (esasen günümüzde imzalanan bir barış anlaşması mevcut değildir, yani bir anlamda savaş hala devam etmektedir!). Kuzey Kore’nin Güney Kore üzerindeki sevdası ise hiçbir zaman bitmemiştir. Bunun en önemli nedeni, Güney Kore’de bulunan tarıma elverişli arazinin çokluğudur. 1970’lerde Kuzey’den Güney’e kaçan birinin ihbarı sayesinde sınır bölgesinde çeşitli tüneller keşfedilmiştir. Birkaç saat içerisinde 30.000 piyadenin, sınırdan Seul’e kısa zamanda varabileceği şekilde tasarlanan bu tünellerde çeşitli havalandırma bacaları, yeraltında Kuzey Kore’den gelecek askerlerin yararına su biriktirilmesi vs. gibi ince ince düşünülüp hazırlanan yerler mevcuttur. Kuzey Kore ise bu tünelleri kendisinin kazdığını hiçbir zaman kabul etmemiştir. Bu tünellere günümüzde Güney Kore’de turistik amaçlarla ziyaretçi kabul edilmektedir.

Han Nehri Mucizesi

Peki ne oldu da Güney Kore, savaş sırasında Busan’a sıkıştırılmış, birçok sivilin öldüğü ve altyapısı çökmüş bir memleketken bugün dünyanın 15. büyük ekonomisi haline geldi?

Ateşkes sonrasından 80’li yıllara kadar gerek Kuzey Kore gerekse Güney Kore Soğuk Savaş’ın birer küçük sahnesi olarak tüm gerilimi üzerlerinde hissediyorlardı. Sovyetler’in desteği ile 80ler’e kadar Güney Kore’ye nazaran oldukça iyi durumda olan Kuzey Kore’nin bu durumu 90lar’ın başında tersine dönmeye başladı.

90’lı yıllarda ise birçok değişiklik oldu. Gerek Sovyetler’in çökmesi, gerekse Kuzey Kore’de gerçekleşen doğal afetlerin yanında Kim İl-Sung’un ölmesi Kuzey ülkenin iyi giden ekonomisini yok etti. Bu sırada Güney’de ise bir Asya Kaplanı doğmaktaydı. Tabii bu kaplanın doğuşunda, kimilerine göre bir diktatör, kimilerine göre ise ihracat temelli endüstrileşmenin babası sayılan ve 1961’te yönetimi zorla devralan Park Chung-Hee’nin önemi yadsınamaz. Özelikle 1965’te Japonya ile Güney Kore ilişkilerini düzeltecek bir anlaşmaya imza atarak ülkeyi Japonya’dan gelecek çeşitli kredi ve teknoloji transferine açan Park’ın bu hamlesi kimilerince garip bulunsa da kendisi hesap verebilirlik ve sanayileşme anlamında Güney Kore ekonomisinin temelini atanlardan biridir. Kaderin bir cilvesidir ki, Kuzey Kore tarafından örgütlenen iki suikast girişiminden başarıyla kurtulan Park, 1979’da Güney Kore’nin kendi istihbarat örgütü tarafından silahlı saldırıda öldürülmüştür.

Hepimizin Güney Koreli teknoloji firmaları olarak bildiği çeşitli markalar, esasen Japon ekonomisinde olduğu gibi Güney Kore’nin ekonomisini de bir ahtapot gibi sarmıştır. Misal olarak, ünlü bir Güney Koreli telefon üreticisinin Seul’de tekstil ürünleri de satan mağazalarının olduğunu biliyor muydunuz? Peki Güney Kore gayri safi milli hasılasının yarısının tek bir marka tarafından sağlanabildiğini biliyor muydunuz? Aynen Japonya’nın “Zaibatsu” olarak adlandırdığı şirketleri gibi, Güney Kore’de de “Chaebol” denen ve Güney Kore’de ilk olarak 1984’te adlandırılan bir ekonomik model de Güney Kore ekonomisinin temelini oluşturur. Büyük ailelerin devlet destekli finansman ile ekonomiyi ahtapot gibi saran çeşitli büyük firmaları oluşturması sonucu bugün bildiğimiz uluslararası Güney Kore firmaları, benzerleri ile oldukça iyi rekabet edebilmektedirler.

Han Nehri Mucizesi olarak adlandırılan ve 1997 Asya Krizi’ne kadar devam eden bu sürecin tabii bazı olumsuz etkileri de olmuştur. Günümüze kadar olan dönemde Güney Kore hızlı büyümenin sonucu bazı sosyal sıkıntılarla da yüzleşmiştir. Yıllık olarak iş kazasının en çok olduğu ülkeler ve yıllık intihar oranının en yüksek olduğu ülkeler sıralamasında Güney Kore en üstlerdedir. Bunda çalışma hayatının oldukça rekabetçi oluşu önemli rol oynar diyebiliriz.

1960’lardaki tarım ekonomisinden 2010’daki teknoloji ekonomisine geçişin sonucu olarak günümüzde Güney Kore ihracat gelirinin üçte birini yüksek teknoloji ürünlerinden sağlamaktadır (Türkiye’de bu oran %1 civarıdır!). Bu değişime paralel olarak 60’lı yıllarda köylerde yaşayan halk oranı %70 civarındayken bu oran 2010’da tam tersine dönerek %20’nin altına inmiştir. Hızlı şehirleşme oranı, büyüme için toprağın sınırlı olduğu büyük kentlerde ev sorununa yol açmış, bu anlamda birçok yüksek katlı bina büyük şehirlerde inşa edilmiştir.

Keza ekonomik büyümeyle birlikte özelikle 80ler’de refah anlamında oldukça ilerleme sağlanmıştır. Bu dönemde yasal mevzuat iyileştirmeleriyle işçi hakları garanti altına alınmıştır. Bunun bir sonucu olarak 50 yıl içerisinde ortalama yaş beklentisi erkeklerde 51’den 77’ye, kadınlarda ise 54’ten 83’e çıkmıştır (kişisel düşüncem olarak bunda Kore yemeklerinin deniz mahsulü ve sebze ağırlıklı yapısını da hesaba katmak gerektiğini belirtmek isterim).

2008 küresel krizinden fazla etkilenmeyen Güney Kore’de, gayrisafi milli hâsıla 2011 itibariyle 1.1 trilyon dolar seviyesindedir. 2012’de %2 büyüyen ekonomideki işsizlik oranı ise Ocak 2013 itibariyle %2.9’dur.

Hayatın her alanındaki gelişim eğitim ve sağlık alanlarında da gerçekleştirilmiştir. Yüksek teknoloji üreten bir ekonomiyi destekleyecek insan kaynağını yetiştirmek için Güney Kore üniversiteleri birçok alanda rekabetçi mühendisler ve bilim adamları yetiştirmektedir.

Peki Güney Kore nereye gitmektedir? Mevcut durum itibariyle Uzak Doğu’nun önde gelen ekonomilerinden biri olan Güney Kore’nin önümüzdeki 15-20 yıllık dönemde refah ve ekonomik güç açısından mevcut konumundan daha da iyi bir yere geleceği aşikârdır. Öte yandan mevcut binde 1.2 civarı doğurganlık oranı ile Birleşmiş Milletler’e üye en düşük doğurganlık oranına sahip ülke olan Güney Kore’de, gerek refah gerekse gelişmiş bir sağlık sistemi nedeniyle ortalama yaş da artmaktadır. Yaşlanan nüfus nedeniyle ekonomik büyümenin de bir sınıra dayanacağı öngörülebilir. Bu durumda ya göçmen alımı ya da Kuzey Kore ile birleşme senaryoları ağırlık kazanacaktır. Kuzey Kore’ye nazaran Güney Kore’nin barış ve birleşme için daha istekli olmasının öncelikli nedenlerinden biri de yukarıda saydığım durumdur. Kuzey Kore’nin birleşme yönündeki çabaları engelleyici yaklaşımının temelinde ise daha önce Sovyetler’in yıkılmasıyla birleşen Doğu Almanya ve Federal Almanya örneği önemli bir yere sahiptir. Her iki Almanya birleşirken oluşan ekonomik yapı daha çok Federal Almanya’nın lehine işlemişti. Sovyet döneminde inşa edilen birçok fabrika ya kapatılmış ya özelleştirilmiş, Doğu Almanlar o zamanki şartlarda dahi Batı Almanya’daki mevkidaşlarının durumlarına uzun bir süre erişememişti. Öte yandan değişen dünya düzeninde, Kuzey Kore’nin tek karasal sınıra sahip olduğu ülke olan Çin’in de olası bir birleşmeyi destekleyeceği, Wikileaks belgelerinde ortaya çıkmıştır. Sürekli değişen dünya koşullarında (Güney) Kore’nin geleceğini de hep beraber göreceğiz. Deneyimli bir siyasetçimizin dediği gibi “Dün dündür, bugün bugündür”…

Memlekent Dergisi, 2013 14. Sayısında yayınlanmıştır.

1 comments

Yorum bırakın