Orta Doğu’nun “Beyrut”u


“Ne kadar güzeldir Beyrut? Tarifi yoktur. Beyrut ancak Beyrut kadar güzeldir. Beyrut kadar harabe, Beyrut kadar görkemli ve Beyrut kadar gizemlidir.

Beyrut’ta yapılan her şey yalnızca Beyrut’a özgüdür. Beyrutça’dır. Bir şehir düşünün ki, her aklına estiğinde İsrail uçaklarınca bombalansın, yıllardır kıran kırana geçen bir savaşta her binası, her yerleşim yeri silah ve top mermileriyle delik deşik olsun, ama yine de Beyrut kadar güzel kalsın. Güzelliği ancak yine kendisiyle betimlenebilsin.”

Downtown sokakları…

diye betimler Mehmet Tepebaşı “Yaşanmamış Sayılan Anılar” kitabında Beyrut’u… Burada yazılanın ne manaya geldiğini anlamak için de Beyrut’u görmek lazımdır, başka türlü insanın kafası almaz çünkü ekşinin nasıl aynı anda tatlı olabildiğini, kötünün iyi olduğunu, acının mutluluk olduğunu… Hani küçüklüğümüzden bu yana bize İstanbul’un kozmopolit yapısıyla adeta mozaik bir kent olduğunu, her milletten insanın beraber yaşadığını ezberletmişlerdir ya, işte mozaik nedir görmek isteyen Beyrut’a gitsin bence. Çünkü bir mozaiği oluşturan her bir parça birbiriyle yaklaşık olarak eşittir. O parçalardan bir kısmı büyük bir kısmı küçük olursa o mozaik olmaz. Beyrut’un çok kültürlü, çok dinli ve çok dilli yapısı şehri oluşturan mahallelerde beklentilerinizin ötesinde farklılaşmayı da sağlıyor ve her köşe başında size yeni sürprizler hazırlıyor.

Yazının başlığını Orta Doğu’nun Beyrut’u olarak almamın nedeni, hemen hemen okuduğum çoğu yazıda mutlaka bir Orta Doğu’nun Paris’i veya Doğu’nun İsviçre’si benzetmesinin olmasıydı. Bir süre Fransız sömürgesi olan Beyrut’un Paris benzetmesini ise belki o tarzda restore edilmiş yapılar ve sokak kafeleri ile aldığını düşünebiliriz, İsviçre benzetmesi ise bankacılık sisteminden ötürü… Fakat bir şehri oluşturan tek unsuru o şehrin morfolojik yapısı olarak düşünmek de bana biraz sığ geliyor. Beyrut sadece Beyrut’tur, bu kentin sokaklarındaki gizli yaşanmışlıkların hiçbirinin benzetildiği kent(ler)de mevcut olduğunu sanmıyorum. Belki bu yüzden Arap dünyasının en duygulu, en hüzünlü, en âşık ve en eğlenceli şarkı ve şarkıcıları Beyrut’tan çıkıyor bence, her ne kadar onlar kendilerini Fenikeli olarak tanımlasa da…

Beyrut caddeleri…

Beyrut, kimi başka yerde doğup buraya göçmüş kimi de zaten kendi içinde doğmuş çok eski yerleşimlere ve çok eski dinlere ev sahipliği yapmış bir kent. Başkenti olduğu Lübnan, Verimli Hilal olarak bilinen toprakların bir kısmını içerisinde barındırdığından belki, adı da bunun etkisiyle labneden geliyor, çünkü gerçekten topraklarında yetişen meyve ve sebzeler harika.

1940lar’daki Arap-İsrail savaşı ile 70ler’den sonraki iç savaşın izlerini halen üzerinde taşıyor bu kent. Sadece fiziksel olarak değil ruhsal olarak da… Gitmeden önce bir arkadaşım bana “Beyrutlular yarın yokmuş gibi eğlenir” demişti, bunun ne olduğunu Gemmayzeh’e gitmeden bilmek olanaksız. Hafta içi hafta sonu fark etmiyor, insanlar en güzel kıyafetleriyle ortalıkta… Şehrin bir tarafında, artık Türkiye’de bile göremediğimiz Renault’nun Toros modelleri ortalıkta dolanırken, Downtown’da ise her türlü lüks araç…

Saat kulesi, Ömer Camii ve St. George Kilisesi…

Esasen bugüne kadar üç kez niyet edip de bir türlü gidemediğim Beyrut gezisini, bu sefer Dubai’deki bir tatilin haftanın son işgününe gelmesi nedeniyle daha fazla erteleyemedim. Tabi bunda, Kanada’da yayın yapan bir haber kanalının, Şubat 2005’te öldürülen eski Başbakan Refik Hariri suikastının arkasında Hizbullah olduğu ile ilgili bulguları yayınlaması sonucu ortalığın karışacağı beklentisi de etkin oldu. Hatta ben gitmeden önceki iki hafta içerisinde, aralarında başbakan Erdoğan’ın da olduğu çeşitli ülke liderleri Lübnan’ı ziyaret ederek itidal çağrısında bulunmuştu. Şimdi düşününce kendi kafamda kurguladığım bu düşüncenin mantıksızlığını anlıyorum, farklı dinlere ve etnik kimliklere bölünmüş fakat bir arada yaşan bir halkın birbirine düşmesi için bir kıvılcım bile yeterdi. Doğru zamanı beklemeye ne hacet?

I love too…

Beyrut’a vardığım ilk gece otele giderek beni burada bekleyen arkadaşlarımla buluştum. Beyrut’un hareketli yaşamının merkezi Downtown’a giderek hem burayı görmek hem de bir şeyler yemek için yola çıktık. Daha önce de dediğim gibi bu kadar hareketli bir yer olup da aynı zamanda bu kadar ıssız sokaklara sahip olmak herhalde Beyrut’a özgü bir durum. Nitekim gördüğü her ilginç kareyi mekanik odalara hapsetmek isteyen biz acar fotoğrafçıların bu teşebbüsü, bir sokak başında bekleyen ve uzun namlulu silahlar taşıyan askerler tarafından “No photo” denerek engelleniyor. Eh, fotoğraf çektiğimiz yerin parlamento binası olduğunu ve adım başı polis ve kameranın mevcut bulunduğunu çok geçmeden anlayıp Downtown’a doğru sus pus yol almaya devam ediyoruz.

Downtown sokakları…

Şehrin düzenli ve restore edilen tarihi yapılarıyla dolu bu kısmı ünlü markalara da ev sahipliği yapıyor. Hâl böyleyken Downtown sokakları da bir anlamda bir defileyi aratmıyor. Bunun bir emaresi olarak meydandaki saat kulesi bile Rolex imzasını taşıyor. Yine meydanda bulunan Ömer Cami ile St. George Kilisesi ise şehrin çok kültürlü yapısının simgeleri.

Beyrut pahalı bir kent. Yeni yeni başlayan şehirleşme(!) ve yüksek binalı yapılaşma(!) çabaları da bundan nasibini alıyor, şöyle Akdeniz’e bakan güzel bir evim olsun isterseniz 5 milyon dolarcık bayılmanız gerekebilir. Beyrut çevresine yapılabilecek çeşitli turlar var, yalnız bizim bu kadar zamanımız olmadığı için bir taksi tutup taksiciden bizi buralara götürmesini istemek daha doğru olur diye düşünüyoruz. Ertesi gün için Harissa Tepesi ve Virgin Mary Kilisesi ile Byblos’a gitmek için kaldığımız otel vasıtasıyla bir taksi ile anlaşıyoruz.

Hamra’dan görüntüler…

Sabah yaptığımız vasat kahvaltı sonrası ilk işimiz, Beyrut’a bir buçuk saat uzaklıktaki Jeita Grotto Mağaraları’na gitmek oluyor. Burası birbiriyle bağlantılı ve 8 km boyunca uzanan iki mağaradan oluşan bir yapı. Üst mağaraya teleferikle çıkıyorsunuz, Türkiye’deki mağaralara göre içerisi oldukça büyük. Zaman zaman dar yerler, zaman zaman da uçurumlar üzerinden geçerek nihai bir balkona ulaşıp bu yoldan geri dönüyorsunuz. Maalesef fotoğraf makinelerimizi girişte bırakmamız gerektiğinden burası ile ilgili bir fotoğrafım yok. Bilgi almak isteyenler http://www.jeitagrotto.com sitesini ziyaret edebilirler. Buradan çıktıktan sonra ise dizel motorlu ve tren görünümlü(!) bir ulaşım aracı ile egzoz dumanı soluya soluya alt mağaraya iniyorsunuz. Alt mağarada yapacağınız tur ise bir bot vasıtasıyla su üzerinde gerçekleşiyor. Su oldukça temiz, zaten burası tüm Lübnan’a içme suyu sağlayan bir yer. Tüm tur yaklaşık iki saat kadar sürüyor ve giriş ücreti yaklaşık 18 TL.

Jeita Grotto

Buradan çıktıktan sonraki hedefimiz Harissa Tepesi. Tepeye teleferik sistemi ve füniküler ile çıkılıyor. Jeita Grotto’da bindiğimiz teleferikten sonra herhalde kısa mesafedir diye düşünürken deniz seviyesinden 600 metreye bu eski ve dimdik teleferikle çıkmak biraz ilginç geldi tabi. Burada Meryem Ana Heykeli ve altında da bir kilise mevcut. Ayrıca Beyrut’un panaromik manzaraları da fotoğraflanabilir.

Harisa Tepesi’nden Beyrut

Sonraki durağımız ise, geçmişi milattan önce 5000li yıllara kadar giden ve UNESCO tarafından dünya mirası olarak kabul edilen antik Byblos kenti. Finikeliler tarafından kurulan ve hâkim yeri nedeniyle türlü medeniyetlere ev sahipliği yapan bu kent ile ilgili rehberden de bilgi aldıktan sonra yazının sonunda fotoğraflarını görebileceğiniz yemeklerden tadıp(!) yarı uyuklar halde otelimize döndük.

Virgin Mary Kilisesi

Otelde kısa bir dinlenmenin ardından Beyrutlular’ın nasıl yarın olmayacakmış gibi eğlendiklerini yerinde tetkik etmek üzere, ünlü Gemmayzeh Caddesi’ni ziyarete gidiyoruz. Burası yol üzerinde birçok bardan oluşan bir eğlence yeri. Esasen Gemmayzeh semti ile otelimizin olduğu Hamra semtleri arasında eğlence açısından bir rekabet var. Öyle ki bu durum sloganlara ve mekânlara kadar sirayet etmiş. Gemmayzeh daha çok barlarla dolu olmasına karşın Hamra semti ise mağazalar ve kafeleriyle günün her saati dolu. Gemmayzeh’deki tetkikimiz bittikten sonra(!) 12 civarı otele çekilip ertesi gün için dinleniyoruz.

Byblos antik kenti…

Bugünkü hedefimizde yine antik bir kent Baalbek yer alıyor. Suriye sınırına doğru Bekaa Vadisi içerisinde bulunan bu antik kentte devasa Jüpiter, Bacchus ve Venüs tapınakları bulunuyor. Bir kısmı bozulmuş olsa da yüzlerce yıl önce yapılan bu devasa yapılar sapasağlam ayakta. Çoğunluğu tek parçadan oluşan sütun ve koridorların nasıl başka bir işlem yapılmadan milimetrik bir şekilde kendi ağırlıkları ile yerlerine konduğu ise gayet ilginç… Burası da yine UNESCO kültür mirası listesinde…

Baalbek ise bir anlamda Hizbullah’ın kontrolünde bir yer. 2006 yılında yakınında bulunan hava üssüne bir zarar verilmese de buradan geçen yollar İsrail uçaklarınca tahrip edilmiş ve tüm bu yolların yapımını Hizbullah gerçekleştirmiş. Baalbek’den çıkışta bize Hizbullah’ın orijinal tişörtlerini(!) satan seyyar satıcılar da mevcuttu. Ortam İran’da gördüğüm manzaralara çok benziyordu gerçekten, sadece yakındaki şarap tadım yeri hariç…

Baalbek

Dönüş yolunda ise 100 yıldan fazla bir geçmişi olan Ksara şarap evine uğruyoruz. Burada 100 yılı aşkın bir süredir şarap üretilip hem yerli halkın hem yabancıların kullanımına sunuluyor. Mahzenlerde bekleyen şaraplar arasında rehber eşliğinde bir tur attıktan sonra buradan da çıkıp son durağımız Pigeon Rocks’a doğru gidiyoruz. Hedefimiz gün batımında buradan birkaç kare yakalayabilmek… Trafik nedeniyle gün batımını epey bir takiben varıp birkaç kare fotoğraftan sonra otele dönüp dinleniyoruz. Gece ise artık bir alışkanlık olarak yine Downtown’dayız. Önceki akşam sahlebini tadıp beğendiğimiz mekânda geceyi sonlandırıyoruz.

Pigeon Rocks

Beyrut’ta ilginç bir şekilde gökyüzünün mavisi daha önce ziyaret ettiğim yerlerden farklı bir maviydi, bunun nedeni nedir bilemiyorum ama fotoğraflardaki gök mavisinde herhangi bir oynama yok.

Gelelim Lübnan yemeklerine 🙂 Özellikle mezeler konusunda çok başarılı olduklarını söylemem gerekiyor. Bunda bereketli topraklarından çıkan harika sebzelerin de payı büyük. Downtown’da bulunan Karam Beirut restoranı özellikle ziyaret etmeniz gereken yerlerden… Bunun dışında yemekler genelde kebap ağırlıklı, fakat yine de oldukça başarılı olduklarını fotoğraflardan da anlayabilirsiniz(!)

Lübnan mutfağından seçmeler…

Lübnan’da geçerli para birimi Lübnan lirası ve bu liradan üç sıfır atarsanız yaklaşık Türk lirası karşılığını bulabilirsiniz. Bunun dışında Amerikan doları da sıklıkla kabul ediliyor. Ayrıca Türkler’e vize uygulanmıyor.

Yorum bırakın