Endülüs’e Doğru 2


Bask halkı, İberya Yarımadası’nın bugün yaşayan en eski halkı olarak bilinir. Başka devletlere olan bağımlılık dönemlerinde bile Basklar, özerk yapılarını korumayı başarmışlardır. İber Yarımadası’ndaki bütün krallıklar, 1469’da İsabel ve Ferdinand’ın evlenmesi ile birleşen Aragon ve Kastilya Krallıkları altında toplanınca, Basklar da bu birleşik krallığın uyruğu altında girdiler. Bask ve Katalan halkları bu dönem boyunca özerkliklerini korumaya çalışsalar da 17. ve 18. yüzyıllarda merkezî devlet yaratma çabaları, bugün de yaşanan ulusal sorunların temelini oluşturdu.

Plaza Mayor, Madrid

Basklar’la ilgili ilginç bir husus, çeşitli kültürel ve etnik bağlantı sebebiyle bu halkın Kafkas halklarıyla akraba olduğu savıdır. Esasen Kelt orijinli halkların yerleştiği İskoçya, İrlanda, Galler, Galiçya ve Britanya bölgeleri, Orta Asya temelli bazı kültürel değerleri de barındırıyor. İskoçya yazımda da belirttiğim gibi, gaydadan yerel danslara, efsanelerden sembollere bazı kavramlar Orta Asya, ama özellikle Kafkas bölgesi halklarınınkilerle benzerlik gösteriyor. Bu bağlantının en akla yatkın kanıtı olarak da, belirli bölgelerde yaşayan halklarda daha yaygın görülen DNA dizilerinin anlamlandırılmasıyla ortaya çıkan haplotip tanımı veriliyor. Buna göre Keltik halklarda daha sık rastlanan R1b haplotipinin, Güney Kafkasya ve Doğu Karadeniz’de de sık olarak görüldüğü kanıtlanmıştır.

İspanya’da devleti merkezîleştirme ve ulus devlet yaratma hamleleri sonucunda Bask ülkesinde ulusalcı akımlar ortaya çıkmıştır. Bask Milliyetçi Partisi (PNV) ile Bask ulusunun korunması ve bağımsız Bask ülkesinin oluşturulması gündeme gelmeye başlamış; bu durum Franco diktatörlüğü döneminde daha da eylemci bir hale gelmiştir. Bunun yanında bu dönemde, Bask dili ve kimliğiyle ilgili olan her şey yasaklanarak Bask Milliyetçi Partisi’nin zayıflaması amaçlansa da, bu durumu kabullenemeyen bir grup genç tarafından 1958 yılında ETA adlı örgüt kurulmuştur.

Toledo’nun kapıları, Anadolu’daki benzerleri gibi yüzlerce yıllık…

1975’te ölen Franco’nun ardından seçimle kurulan yeni hükûmet ile İspanya’daki kültürel halklar tanınmaya başladı. İşte bu dönemde İspanya 17 özerk bölgeye ayrıldı. Katalonya, Bask Ülkesi ve Galicia etnik özellikli bölgelerdi. ETA ise bu durumu kabul etmedi çünkü Bask Ülkesi için tam bağımsızlık istiyorlardı. Silahlı mücadelesini sürdürmesi sonucu İspanya ve Fransa hükûmetleri ortak mücadele kararı aldı. ETA ile ilgili 2004 tarihli El Lobo, ve 2006 tarihli GAL filmleri oldukça aydınlatıcı (bazı sahneler ve cümleler epey tanıdık gelecektir).

San Sebastian ve Bilbao

İspanya’nın Bask Bölgesi’nde yer alan ve küçük bir manastırken balıkçı kasabasına, sonra da yerleşime evrilen San Sebastian’ın en görülesi ve tadılası özelliği tabii ki pintxos barları… Atlas Okyanusu’na kıyısı olması nedeniyle Avrupa’daki en güzel deniz burada olabilir! Bisiklet sisteminin bir hayli gelişmiş olduğunu da hatırlatmakta fayda var. İsa Heykeli’nin olduğu tepeye çıkanları güzel bir manzara ve içmeye doyamayacağınız kaynak suyu beklemekte.

Bask Bölgesi’nin başkenti olan Bilbao, İspanya’nın önemli bir liman şehri. Aynı zamanda bu şehir İspanya futbol tarihi içerisinde de önemli bir konuma sahip. Bask milliyetçiliğinin önemli sembolü Athletic Bilbao da bu şehirde yer alıyor. Basklar’ın tarihinden dolayı bu şehrin politik bir yanı her zaman olmuştur. Şehirde bazen protestolara rastlanabilir. Solomon Guggenheim’in kurduğu vakfın Avrupa’daki bir diğer müzesi de Bilbao’da yer alıyor.

Tipik bir Roma yerleşimi olan Segovia, surları ile dikkat çekiyor.

9. yüzyıla tekrar dönelim… Müslüman Emevi baskınlarından korunmak için kurulan bölgeye hitaben tarihte ilk kez Katalonya kelimesi kullanıldı. İmparatorluğa bağlı Barselona Kontluğu bu derebeyliklerin doğu bölgelerini birleştirdi ve bu bölgeler beraberce Katalonya adını aldı. 12. yüzyılda bir saray evliliği ile İber Yarımadası’ndaki bir diğer güç olan Aragon Krallığı ile birleşti. Böylelikle, Katalonya Aragon’un Akdeniz’deki denizcilik faaliyetlerinin merkezi haline geldi. 15. yüzyılda ise bir başka saray evliliği ile bu kez yarımadanın büyük gücü Kastilya ile birleşti. Katalonya bölgesi ticarette bugün olduğu gibi bu yüzyıllarda da iyiydi. Hatta öyle ki, bizim tarih kitaplarımızda okuduğumuzun aksine, ilk kapitülasyonları 1517’de Yavuz Sultan Selim’den almayı başarmışlardır.

Guggenheim Müzesi, Bilbao

1635–1659 Fransa–İspanya Savaşı sırasında Katalonya’da İspanyol ordusunun konuşlanmasının getirdiği maliyet ve sıkıntılar dolayısıyla 1640–1652 yıllarında isyanlar başladı. Ardından Fransa, bölgenin hâkimiyetini bir süreliğine ele geçirdi. 1696’da imzalanan Pireneler Antlaşması ile İspanya’ya iade edilse de Katalonya’nın kuzeyinin bir kısmı Fransa’ya bırakıldı. Daha sonra İspanya Kralı 5. Felipe, Katalan yasalarını iptal etti ve Katalanca’yı yasakladı. 1793’te ise Fransa Katalonya’yı işgal ederek, onlara bağımsızlık sözü verdi. 1892’de ise ilk kez Katalonya’nın özerkliği gündeme geldi. 1923 ila 1930 yılları arasında diktatörlüğünü sürdüren Rivera tarafından Katalanca yine yasaklandı. 1939’dan 1975 yılına kadar diktatörlüğünü sürdüren Franco da Katalancayı yasakladı. 

Bu üç farklı kültürün bir arada yaşadığı İspanya, geçmişte bazı ortak noktalarda birleşmedi değil. Reconquista ile başlayan ve temelde din tabanında birleşmeyi amaçlayan yaklaşımın tepe yaptığı noktalardan biri de deniz savaşlarıdır. Preveze Zaferi ve İnebahtı Mağlubiyeti ile hatırladığımız bu savaşlarda Katalanlar da İspanyol İmparatorluğu armadasında görev almıştır ki sonuçları itibariyle Türkler’i Balkanlar’dan ve Anadolu’dan atma fikri ortaya çıkmıştır. İnebahtı’da Kutsal İttifak’ın zaferi o kadar önemsenmiştir ki savaşa katılan devletler yüzlerce yıldır 7 Ekim tarihinde bu zaferlerini kutlamaktadırlar. Barselona Deniz Müzesi’nin de çoğu kısmı buna ayrılmıştır. Ayrıca Madrid’te Kraliyet Sarayı’nın bahçeleri İnebahtı (Lepanto) Bahçeleri olarak adlandırılır. Tipik bir devlet adamı goygoyculuğu ile sakal ve kol kesme benzetmesi yapan Sokollu, Doğu Akdeniz’de Osmanlı hâkimiyetinin sonunu getiren İnebahtı’dan sonra bir daha hiçbir zaman Osmanlı Donanması’nın o kadar güçlü olamayacağını görememiştir.

Casa Batlló (Barselona), Gaudi’nin önemli eserlerinden biridir.

Yine bu savaşta İspanyol yazar Cervantes’in kolunu kaybettiği, birkaç sene sonraki Haçlı Seferi’nde esir alındığı ve fidyeyle serbest kaldığı rivayet edilir.

Flamenko Kültürü

İspanya denince akla ilk gelen şeylerden biri de Flamenko. Hayranlıkla seyrettiğimiz bu müzik ve dans, Güney İspanya’nın Endülüs bölgesine özgü bir halk müziği ve bu müzik eşliğinde yapılan bir dans türüdür. Latince konuşan asimile olmuş yerli İberik halklar, Berberi–Arap Müslümanlar, İspanya Yahudileri ve Çingeneler (çingene dediğimizde de Hindistan ve Mısır işin içine giriyor) kökenlidir. Flamenko’yu icra eden dansçının beden dili ile anlatmaya çalıştığı sert duruşlar, acıları ve mutsuzlukları ifade eder.

Flamenko’nun ortaya çıkışı ile ilgili tarihte net bir bilgi ne yazık ki yok, ki folklorik bir kültür öğesinin tarihini sormak da Türk halk müziğinin tarihini sormak kadar garip olur! Bunda tarihî araştırmalardan çok sanatın ortaya çıkış noktası olan “travma”dan ve konulardan bahsedilebilir belki. Bu anlamda, her ne kadar İspanyol kültürüne özgü bir halk dansı ve müziği olsa da daha çok İspanyol olmayan halkların kültürlerine özgü bir sanat gibi duruyor. Ortaya çıkışı ile ilgili çeşitli rivayetler mevcut. Endülüs’te yaşayan bir Arap ud sanatçısı Flamo Megue o kadar ustaymış ki Kastilyalı gitaristler ona özenip tarzını benimsemeye başlamışlar. Daha sonra bu tarza da flammengue denmiş ve zaman içinde bu kelime Flamenko’ya dönüşmüş. Bir diğer rivayet ise esas kelimenin kökenini, yerlerinden sürülmüş köylülere atfen Arapça “felah–mengus” olarak anlatır. Başka bir rivayete göre ise Endülüslüler’in çingenelere “Flanders’ta yaşayan” manasında Flamenko demeleridir.

Tüm bu rivayetler ve tarih içerisinde ise mutaassıp Endülüs İslamı’nın katkısı tartışılır. Daha önce bahsettiğim değerler ve üç dinin karşılıklı etkileşim ve ortak bilgiye katkıyla harmanlandığı bir coğrafya ve dönemde, müzikle ibadeti birbirinden ayıran kati bir din anlayışı da kendine yer bulabilmiştir.

İspanya Mutfağı

İspanya, leziz mutfak seçenekleri için bile ziyarete değer ülkelerden biri. Ülkemizde olduğu gibi İspanya’nın her bölgesi de kendine has tatları barındırır. Safran ve pirinç en çok kullanılan mutfak malzemeleri arasında sayılabilir.

İspanya’ya daha önce gitmiş birileri ile konuşursanız size mutlaka Barselona veya Madrid’deki restoranlardan tavsiyeler verecekler. Durum şu ki, yol üzerindeki herhangi bir lokantada dahi yemek ve malzeme gayet kaliteli. Bunda herkesin taze ve leziz yemek yemesinin bir hak olduğunu savunan kültürün yanında denizi bizden daha iyi kullanmaları da bir sebep. Bir diğer sebep ise belki de “asil soy”. Kolomb, Orta Amerika’daki keşifleri sırasında İspanyol kültüründe olmayan birçok sebzeyi de keşfetti (günümüzdeki halleri ile değil tabii ki). O sıralar İspanyol kültüründe ve kastında soylular ekmek, et, şarap gibi yiyecekler tüketirken yoksul halk daha çok sebze ve yulaf türevleri ile beslenmekteydi (buradaki kast dahi kök sebzeler, ağaçta yetişenler vs şeklinde ayrışabiliyordu).

Zaragoza

Yaklaşık bu tarihlerde başlayan “Reconquista” ve İspanya’dan sürülen Müslüman ve Yahudiler için de yemek bir anlamda bu direnişin sembolü olmuştu. Reconquista sırasında Müslüman ve Yahudiler’in domuz eti yiyerek Katolik olduklarını kanıtlamaları (anakronik ama, Goya’nın Hayaletleri filminde domuz eti yemeyi reddeden tüccar geldi aklıma) gerekiyordu. Aksi halde ya sürgün ya da ölüm kendilerini bekleyen sondu. Bu durum, İspanya’da bugün ziyaret edeceğiniz şarküteri ve bakkal gibi yapılarda hâlen kendini gösterir. Katolik olduklarından şüphe olmaması için yerel halkın evine domuz parçaları asması hâlen devam eden bir gelenek.

Yemek kültürü ile ilgili ilginç olan bir nokta, bir önceki paragrafta yerlilerin yediği yemekleri İspanyol mutfağına uygun bulmayan Kolomb ve ekibinin bir sonraki keşif sırasında, o zamanki Orta Amerika’da doğal bir avcısı bulunmayan birçok hayvanı (domuz, inek, koyun vb) yanlarında getirerek o topraklara bırakmalarıdır. El değmemiş topraklarda çoğalmaya fırsat bulan bu hayvanlarla et tüketimi, Avrupa’da lüks olmasına rağmen Orta Amerika’da erişilebilir oldu ve et fiyatları çok düştü. Bugün Brezilya ve Arjantin’deki yaygın et kültürünün bir sebebi de budur.

Retiro Park, Madrid

Bu hayvanların Orta Amerika’da yayılması, yerlilerin tek yiyecek kaynağı olan yerel sebze ve meyvelerin sonunu getirdi. Buna, Avrupa’dan ithal edilen hayvanlarla gelen hastalıklar da eklenince coğrafi keşiflerin 100. yılında yerli nüfüs yüzde 90 oranında azaldı (bunda tabii Kolomb’un yerlileri katletmesini de sayıyoruz, hatta o dönemler bu nüfus azalışı nedeniyle artan yeşillik ve azalan karbondioksit nedeniyle iklim değişikliğinin meydana geldiği de ortaya çıkmış). “Asil yiyecek”lerini her yere götüren Avrupalı sömürgeciler, hem kendi beslenme rejimlerini Orta Amerika’da hâkim kılarak keşifleri sürdürülebilir bir şekilde devam ettirebilmek için gerekli olan yiyecek unsurunu sağlama aldılar, hem de buradaki halka kendi beslenme rejimlerini benimseterek bir anlamda pazar yarattılar.

Yemek üzerinden İspanyollaştırma’da kadının önemi de yadsınamaz. Gücü eline alıp “sapıtan” keşif gücünün biraz daha yola gelmesi için Kraliçe İsabel’in buyruğuyla yeni dünyaya gönderilen eşler, kolonileştirme sürecinin bir parçası oldular (gece yarılarına kadar sarhoş bir şekilde yerli kadınlarla eğlenen İspanyollar’ın, günümüzde gündüz takılıp gece ortaya çıkan İspanyollar’ın ataları olduğunu tahmin edebiliriz :)). Yerli kadınların eve yardımcı olarak alındığı dönemde, “soylu” yemeklerin nasıl yapılacağından medeni (!) kadınların nasıl davrandığı konusunda örnek teşkil etmeye kadar birçok alanda İspanyol kadınları da yeni keşfedilen kıtanın “soylulaştırılmasına” öncülük etti.

Santa Iglesia Catedral Primada de Toledo

Tabii bu durum tek taraflı başlasa da, ilerleyen dönemde “alt sınıf” sebzelerin İspanyol mutfağına ve dolayısıyla Avrupa mutfağına girmesine de yol açtı. Acı biberden fasülyeye, avokadodan kabağa domatese kadar birçok sebze, özellikle kıtlık zamanlarında Avrupa mutfağına nüfuz ederek kültürel alışverişi zenginleştirdi.

Tüm bu etkileşim, yüzyıllar içinde günümüzdeki halini aldı. Bizdeki hazır yemek ve eve servisteki kebap, kokoreç ve pizza kolaycılığına İspanya’da ulaşmak pek mümkün değil. Zaten neredeyse her apartmanın yürüme mesafesinde bulunan tapas barlar da buna engel olmakta. Öte yandan ev alışverişinin nirengi noktalarından meşhur “mercado”lar da, oturmuş İspanyol yemek kültüründe bir başka “conquista”ya sebep olur mu göreceğiz. Bu mercadolara dadanıp sabah kahvaltısı olarak çiğ balıktan peynire, sütlü kahveden çikolataya, yerel börek çeşitlerinden değişik sebzelerle yapılmış tapaslara kadar yiyip “kesin zehirlenirim herhalde” diye düşünüp bir şey olmayınca tabii bu yaklaşımlarının hakkını verdim. Tariflerin yanında malzemenin nasıl uç noktalarda kullanılacağı ile ilgili de gerek uluslararası restoran listeleri, gerekse sezgileriniz size yol gösterecektir eminim…

Madrid Atocha tren istasyonu

Herhalde yiyeceklerin bu kadar bol ve ucuz olması da İspanyolları delirterek yemek üzerine çeşitli ilginç festivallere yöneltmiş. Katılımcıların birbirlerine domatesle saldırdıkları, veya yumurta ve unla savaştıkları festivaller bunlara örnek.

Yine de yemek kültürü bu kadar çeşitliyken şişe suları nasıl bu kadar berbat anlamak güç. Neyse ki şehirlerde sokak çeşmeleri bolca var, kullanmaktan çekinmeyin. Şişe su olarak ancak Madrid’te alıştığımız tada yakın şeyler bulabildik.

Palacio de Cristal, Madrid.

Pintxos dedikleri ekmek üzeri atıştırmalıkları, açlığınızı dindirmek için günün her saati deneyebilirsiniz. İspanya’nın aylak iş saatlerine uygun olarak sabah, öğleden sonra ve akşam bunlar taze olarak servis ediliyor. Siesta vaktinde ise uğramayın, genelde kapatıyorlar. Tapas ile benzetebilirsiniz ama bundan farklı olarak, pintxos ekmek üzeri ve tek dilim olarak hazırlanıyor (genel anlamda Bask bölgesinde). Tapaslar, çeşitli tatları içeren birden fazla sıcak ve soğuk mezeden oluşuyor. Esasen bölgeden bölgeye bu mezelerin anlamları, çeşitleri, gelenekleri de değişiyor. Bunun dışında hazır gelmişken Madrid’te dünyanın en eski restoranı Botin’de de süt kuzusunun tadına bakmadan dönmek olmaz. Annelerimizin hazırladığı domates çorbası İspanya’da biraz daha farklı versiyonu ile karşımıza çıkıyor. Gazpacho denilen bu domates çorbası soğuk servis ediliyor. Patates, yumurta ve soğanın birleşimi ile kahvaltıda ve diğer aralarda atıştırmalık olarak sunulan tortilla de patatas ise her tapas barın menüsünde mevcut.

Las Ramblas, Barselona

Zaragoza

Avrupa’nın 32. en büyük kenti olan, 2012 yılında Avrupa Kültür Başkenti’ne aday gösterilen ve Aragon Özerk Bölgesi’nde konumlanan Zaragoza, Müslüman ve Hristiyan mimarinin ahenkli harmonisi ile inşa edilmiş, Aragon tipi mimarisi ile bilinir. Bünyesinde Endülüs’ten kalma Aljaferia Sarayı ve 18. yüzyılın ünlü ressamlarından Goya’nın yapıtlarının sergilendiği Goya Müzesi ziyaret edilebilecek yerlerden.

Madrid

Madrid denince akla ilk Real Madrid ve Atlético Madrid futbol takımları gelse de sahip olduğu tarihî ve doğal güzellikleri ile bu capcanlı şehir, İspanya’nın birçok açıdan dikkat çeken lokasyonlarından biri. Özellikle müzeler açısından çok zengin bir yer ve hemen hemen her müzede değerli koleksiyonları görebiliyorsunuz. Madrid’i gezerken, tarihî yapılarını koruyabilmelerinin yanı sıra modern altyapıyı da değerlerini bozmadan kurabildiklerini göreceksiniz. Aynı zamanda Madrid, Avrupa Birliği’nin de üçüncü büyük şehridir.

Madrid’te Gran Via Caddesi alışveriş için ideal.

Puerta del Sol, Madrid’in cazibe merkezi. Siyasi eylemlerden sokak eğlencelerine kadar 24 saat faaliyetin olduğu bu meydanda, Madrid’in çilek ağacı ve ayı simgesinin bir heykeli de var. Buradan yürüme mesafesindeki Plaza Mayor, bir zamanlar engizisyon mahkemelerine ve cezalarına ev sahipliği yapmışken günümüzde yeni din kapitalizmin bir mabedi olmuş durumda.

Madrid, vaktinizin tamamını sanata ayırmanızı sağlayacak kadar çok durağa da ev sahipliği yapıyor. Van Gogh’tan Rembrandt’a, Picasso’dan Bosch’a birçok sanatçının çalışmalarını, birbirine yakın mesafede kurulu Thyssen-Bornemisza, Prado ve Reine Sofia Müzeleri’nde görebilirsiniz.

Avila, Segovia ve Toledo

Madrid’in etrafında, Endülüs’ün giriş kentleri olan Avila, Segovia ve Toledo yer alıyor. Günübirlik olarak da ziyaret edebileceğiniz bu kentler, üç dinin ortak eserlerinin yanında Roma döneminden kalma eserlere de ev sahipliği yapıyor.

Warner Bros’a ilham veren Alcázar (Segovia)

Tarihî Kastilya bölgesinin güneyinde yer alan Avila, müthiş Orta Çağ surları ile ünlü. Bir noktadan batıya doğru baktığınızda bu şehir adeta bir masal kitabından fırlamış gibi görünüyor. Manastır ve kiliselere karşı özel bir ilgi alanınız varsa burası tam size göre bir yer. İspanya’nın altın çağı 16. yüzyılda burası bir hayli gelişti ve zirvesine ulaştı. Bu şehir ayrıca Azize Teresa ile ünlü. Her yıl birçok hacı Azize Teresa için Avila’ya akın ediyor.

Mezquita Cristo de la Luz (Bab-ul Merdum), Toledo

1985 yılında UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi’ne giren Segovia, Orta Çağ boyunca gelişen bir tekstil endüstrisine sahip. Şehir iki ana bölgeye ayrılmış. Bir kısmı antik surlarla çevrili üst bölge, diğer kısmı da surların dışında kalan bölge. Warner Bros’un ünlü şato sembolüne ilham kaynağı olmuş Alcazar Kalesi de Segovia’da.

Endülüs’e giriş şehri olarak, Tagus Nehri ile çevrelenen Toledo, Madrid’in güneyinde farklı medeniyetlerden izlere ev sahipliği yapar. 12. yüzyılda Araplar’dan İspanyollar’a geçen şehir, birkaç yüzyılın kültür birikimini, tercüme konusunda bir ekol olarak batı medeniyetine aktarmıştır. Madrid’ten tren yolculuğu ile yarım saat mesafedeki Toledo, gerek semavi dinlerin gerekse modern din kapitalizmin uğrak noktası olmuş. Endülüs’e giriş yeri olduğundan ortak kültürün birçok ziyaret edilebilir noktası, her gün binlerce ziyaretçi ağırlıyor. Mezquita Cristo de la Luz (Bab-ul Merdum) Camii de bunlardan biri. 999 senesinden kalma bu ibadethane, günümüzde yarı İslami, yarı İsevi bir hal almış, her iki dinin de ortak noktası 12 kubbeli yapısı…

-SÜRECEK-

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: