Şairlerin ve Güllerin Ülkesi İran 1: Tebriz Günleri


Yola çıkacak kişinin ilk aşması gereken şey kendi yerleşikliğidir, demiş Oruç Arouba. Yoğun bir çalışma temposunun ardından üç haftalık bir gezi için doğrusunu söylemek gerekirse bu sözün muhatabı olmadım desem yalan olur. İlk kez yurt dışına, üstelik araçla ve üstelik İran’a… Belki de biraz daha az iddialı bir yerle başlamalıydım. Fakat bu düşünceler zihnimde belli bir süre yoğrulduktan sonra hiçbirinin aslında benim düşüncelerim olmadığına kanaat getirdim. İran’a gideceğimi duyan ve beni az da olsa tanıyan herkes dahi bana tuhaf tuhaf bakıyordu. Belli ki birilerinin insanları yönlendirmesi gayet kolay oluyor günümüzde. İlerleyen kısımlarda da okuyacağınız gibi atomu parçalamak ön yargıları parçalamaktan kolay.

Bu düşüncelerle yola çıktığımda İstanbul’dan beri 1200 km’yi geride bırakmıştım. Yol uzun olunca düşünmek için çok da zaman oluyor. Üstelik geçtiğim topraklarda binlerce yıl önce yazılmış türküleri de dinlerken aslında bestekârının ne demek istediğini görerek anlamak nefisti. Sanırım bu dizeler başka bir şekilde de anlatılamazdı.

İran sınırında, bu yazının ilk paragrafının son tümcesindeki söze, yaparak ve yaşayarak şahit oldum. Nedense sınırın İran tarafında zorluklar çıkartıldığından ve yardımcı olunmadığından herkes muzdarip. Peki, o zaman benim muhatap olduklarım melek mi acaba? Bütün işlerimde bana son derece saygılı ve yardımsever bir şekilde yol gösterdiler ve gayet de kibar ve güler yüzlüler. Ah bu memleketimin genellemeler aşığı insanları…

Tebriz dağlarından manzaralar…

Sınırdaki görevliler Türkçe biliyorlardı, fakat şöyle de bir durum var: Kendi aralarında bazen Farsça konuşurlarken ben ne dediklerini az çok anlayabildim. Hatta buna kendi yorumlarımı da kattım. İlginçtir ki onlar Farsça konuşuyor ben anlıyorum ve Türkçe cevap veriyorum; onlar da beni anlıyor. Allahım, farklı bir coğrafyada farklı dillerde anlaşabilmek ne kadar güzel.

Tabi hiçbir gezi yoktur ki baştan sonra her şey rast gitsin. İran’da kalacağım süre on günü geçtiği için İran plakası almam gerekiyormuş. Esasen sınırdan hemen Tebriz’e geçmek istiyordum fakat o saat itibariyle devlet daireleri kapalı ve benim plakayı Hoy kentinden almam gerek! Çaresiz sınıra en yakın yerdeki Maku kasabasına gittim. Burada arkadaşım Ekber’in gelişimi haber verdiği Mustafa Bey ve bir arkadaşı beni karşılayıp bana akşam Maku’yu gezdirdiler ve “hoş-beşt” yapmak için bir “çayhane”ye gittik. Burada gayet keyifli bir sohbet ve “galyanlarla” (nargile) devam eden gecede, Mustafa Bey bir başka yere misafirliğe gideceğini fakat beni bir arkadaşına emanet edeceğini söyledi. İlginç bir not olarak da arkadaşının Türkçe anlamadığını ve bunun benim için güzel bir hatıra olacağını belirtti! Ah Mustafa beyciğim, bir Türk’ün anlaşmak için aynı dilden konuşmaya ihtiyacı var mıdır ki? Yeni tanıştığımız Rami arkadaşımızla yemeğe gittik, yemek sonunda ben Farsçam’ı ilerletmiş, Rami ise Türkçe bildiğinin farkına varmış olarak “konaklarımıza” dağıldık.

Maku’de kaldığım yer İran Devleti’nin işlettiği Mihmansaray isminde güzel ve temiz bir mekan. Burada bir kişinin gecelik konaklama ücreti 23500 tümen (yaklaşık 23 dolar). Belki tek sorun bu kadar sıcak bir havada dahi kaloriferleri yakmaları…

Bu arada size İran’da kullanılan para birimi konusunda da bilgi versem iyi olacak. İran’ın para birimi riyal, fakat halk kendi arasında riyalden bir sıfır atarak yeni bir para birimi geliştirmiş, adını da tümen koymuş. Bizim bir zamanlar liradan altı sıfır atarak konuşmamız gibi, buradaki insanlar da günlük hayatlarında tümeni kullanıyorlar. Yaklaşık olarak 1 TL = 600 tümen. İran’da genel olarak fiyatlar Türkiye’ye göre ucuz, fakat son yıllarda enflasyon sorununun olması nedeniyle fiyatlarda hızlı bir artış var. Ben İran’a giderken Sayın Zafer Bozkaya‘nın rehberinden çok yararlandım fakat kitap 2007’de yazılmış olmasına rağmen iki senede kitapta belirtilen fiyatlar çok artmış. Eğer İran’a giderseniz bu durumu da göz önünde bulundurmanızda yarar var.

Ertesi gün tüm yorgunluğuma rağmen sabah erkenden kalkıp Hoy’a doğru yola çıktım. Burada trafik tescil bürosu benzeri bir şey bulup aracıma İran plakası taktıracağım ve bu şekilde mazot alabileceğim. Türkiye’dekine benzer bir idari prosedür var, bankaya para yatır (üstelik aynı bankanın iki ayrı şubesine) sonra onaylat, müdüre arabayı göster ve plakayı al. Burada elime bir kroki tutuşturdular. Krokide beş dakika yürüme mesafesinde diye gösterdikleri şubeleri arayıp bulmak yaklaşık bir saatimi aldı. İlginçtir ki yolda sorduğum her kişi beni bu şubelere götürüp işimi halletmeme yardımcı olmak istedi. Ben zahmet olmasın diye teşekkürlerimi ilettim ve yola kendim devam ettim ama bir amcamız ısrar ederek benimle geldi. İyi ki de gelmiş; şubede tanıdığı arkadaşları bana epey yardım ettiler Benden istediği ise İstanbul’a buradaki kardeşlerinden selam iletmemdi.

Plakaları öğlen gibi alıp yola çıktım ve ilk mazotu aldım. Litresi, İran plakam olduğu için 100 tümene (yaklaşık 18 kuruş!!!) geldi. İran akaryakıtın en ucuz olduğu ülke. Ama bu kadarını tahmin etmiyordum. Birbirine komşu iki ülkeden biri dünyanın en ucuz yakıtını diğeri ise en pahalı yakıtını satıyor. Tezata bakar mısınız?

Bu işi de hallettikten sonra Tebriz’e doğru yola çıktım. Yalnız yolda artık bünye iflas etmek üzere, üç günde 2000 km’den fazla yol elbet biraz yordu. Tebriz’de arkadaşım Ali ile buluştuk. Buradan onun evine gidip bir süre istirahat ettik ki doğrusu ilaç gibi geldi. Kalktıktan sonra ise Tebriz’i gezmeye başladık. Burada esas arkadaşımız Ekber’in “hemkarı” (meslektaşı) Ferhat Bey de bize katıldı. Gece boyu keyifli bir sohbet, galyan ve çay… Daha ne olsun?

Terazi Müzesi

Sabah Ali ile erken kalktık. Buradaki kahvaltı adeti bal kaymak ve bizdeki tandır ekmeğine benzeyen “sengeç”ten oluşuyor. Oldukça enerji verici bir kahvaltının ardından Tebriz’i gezmeye başladık. İlk olarak İran’ın ünlü şairi Şehriyar’ın müze haline getirilen evini gezdik. İran’da insanlar şiire oldukça meraklı. Sokakta gördüğünüz konuştuğunuz bir insan Şehriyar’dan, Firdevsi’den veya diğer şairlerden birkaç dizeyi hemencecik söyleyiveriyor. Bu şiirlerin konusu ise daha çok olgun insan olma, insanların derdi, dünyadaki olumsuzluklar vb. gibidir. Daha sonra ise Terazi (Ölçü) Müzesi’ne gittik. Burada ölçülerle ilgili her türlü eşya sergilenmekte. Bu evin sahibi eski bir tüccarmış, içerde teleskoplar, metreler, kantarlar ve çeşitli ölçü eşyaları var.

Şehriyar’ın müze haline getirilen evinden görüntüler…

Bu müzeleri gezdikten sonra İran’da yeni keşfedilen ve Demir Çağı’na kadar dayanan bir medeniyetin izlerinin olduğu “Esrahan” yani Demir Çağı Müzesi’ne gittik ve eski döneme ait kap-kacak ve mezarları gördük.

Esrahan Müzesi

Esrahan Müzesi’nin yanında ise Mescid-i Kebud (Gök Mescid) bulunuyor. Mavinin çok güzel bir tonuyla bezeli çinileri nedeniyle İslam’ın Firuzesi olarak adlandırılan bir yer burası, fakat zamanın yıpratıcılığına karşı koyamamış ve çinilerin çoğu dökülmüş. Şimdi harıl harıl restorasyon çalışmaları devam ediyor. İçerde birçok mimarlık öğrencisi de çizimler yapıyordu. Herhalde bir mimarlık öğrencisi için bundan daha iyi pratik yapacak bir yer olamaz.

Gök Mescit

Burayı gezdikten sonra yolumuz Azerbaycan Müzesi’ne düştü. Bu müzede İran’ın Azerbaycan Eyaleti’nde bulunan mezar taşları, eski koç ve insan heykelleri ile eski zamana ait çeşitli eşyalar var. Ayrıca alt katında ise İranlı bir heykeltıraşın çeşitli çalışmaları sergileniyor. Bu çalışmalar insanların hayatı, dünyadaki sorunlar, açlık, savaş ve siyasi rejimler üzerine… Bu heykellerin hepsinin yapımı toplam beş yıl sürmüş ve gerçekten de sanatçı mesajları çok estetik bir şekilde vermiş. Bu müzedeki heykelleri görmenizi mutlaka tavsiye ederim.

Azerbaycan Müzesi’nden görüntüler… Son heykel korkuyu konu ediyor. İlginçtir, mizansendekilerin hepsi büyük insanlar, hiç küçük çocuk yok. Acaba neden?

Burayı da gezdikten sonra Tebriz’in ünlü çarşısını ziyaret ettik. Çarşı inanılmaz büyük. Çarşının içerisinde çeşitli kollara ayrılmış esnaflar var. Bir bedesten içerisinde şapkacılar, bir tanesinde ayakkabıcılar, bir diğerinde ise kumaşçılar… Burası için derlermiş ki “Tebriz’in çarşısı işlemezse nizam döner”. Yani buradaki çarşı iş yapmazsa ekonominin kötü olacağına ilişkin bir itikat var. Çarşıyı gezip bitirdikten sonra Mescit Camii’ni gezdik. Burada mollalar eğitim görüyormuş.

Daha sonra Meşrutiyet Müzesi’ni ziyaret ettik. Burada İran’da 1900lü yılların başındaki meşrutiyet dönemi anlatılıyor. Birçok eski fotoğraf, hatırat, antika saatler ve eşyalar ile mektuplar burada sergileniyor. Amin Maalouf’un Semerkand romanında İran’ın meşrutiyet dönemi sıkıntıları çok güzel bir şekilde yer alıyor, bu müzede de o romanda anlatılanlara ilişkin tarihi belgeleri ve fotoğrafları görebilirsiniz.

Meşrutiyet Müzesi

Akşam hava kararırken Kendowan’a doğru yola çıktık. Kendowan, Tebriz’e yaklaşık 45 dakika mesafede ve buradaki yeryüzü oluşumları Kapadokya’daki oluşumlara oldukça benziyor. Peribacalarının içerisinde evler var, bir kısmı restore ediliyor ve turizme kazandırılıyor. Ayrıca bazı evlerde konaklamak da mümkün. Hatırladığım kadarıyla geceliği 20000 tümen civarıydı. Tabi fazla bir konfor beklememek gerekiyor. Güneş batarken oldukça güzel fotoğraf kareleri alıp dönüş yoluna çıktık. Saat sabah 8’den akşam 10’a kadar sürekli gezdik, araba kullandık ve ikimiz de “hasta”yız (yorgun).

Kapadokya’ya çok benzeyen Kendowan Bölgesi’nden kareler…

Yeri gelmişken İran yollarından ve trafiğinden de bahsetmek istiyorum. İran’da yollar gayet düzgün. Türk topraklarından İran sınırına geçerken doğrusu akla karayı seçtim çünkü yol kelimenin tam anlamıyla rezaletti. Acaba İran tarafında da durum böyle mi derken sınırdan itibaren İran’ın, bizim kaymak asfalt olarak nitelendirdiğimiz yollara sahip olduğunu gördüm. Gerçekten de tek şeritli yollar da dahil olmak üzere bütün yolları çok düzgün. Öte yandan bu durumun bir diyeti olarak İran trafiğinde herhangi bir kural kaide olmadığını belirtmek isterim. İstanbul’da olsa insanların birbirlerini öldürecekleri durumlar İran’da normal kabul ediliyor. Sağa sola dönerken işaret vermeme, tehlikeli sollamalar yapma, aniden adamın önüne kırıp durma, kavşakta yavaşlamadan Ya Allah diyip kalabalığa dalma vb. uygulamalar İran trafiğinde çok yaygın. Şerit kavramı da pek yok, saflar sürekli sıkı tutuluyor. Bütün bunlara rağmen pek korna sesi duymadım ve genelde şoförler bu durumu kanıksamış olduğundan bağrışma, hakaret ve küfür gibi şeyler olmuyor. Aynı şeylerin İstanbul trafiğinde olması durumunda neler olurdu tahayyül edemiyorum.

Ertesi sabah oldukça geç uyandık. Araç kullanmaktan, yürümekten ve fotoğraf makinesi ile tripodu taşımaktan her tarafım ağrıyordu. Şikâyetçi miyim? Tabi ki hayır…

Günlük programımızı bir başka arkadaşın köyünü ziyaret ve “Islı Su” olarak bilinen bir kaplıcaya gitme olarak düşündük. Köyün adı Öküzgümbeti ve Tebriz’e yaklaşık 100 km uzaklıkta. Burada yaşayan Türkler, Kıpçak Türkleri ve köy yaşantısı bizimkiyle hemen hemen aynı… Kendimi sanki Anadolu’nun bir köyünde geziyormuş gibi hissettim. Hanenin yedi kişilik mevcudu ile Türkçe konuştuk ve çoğunlukla anlaştık.

İki Türk bir araya gelir de mangal olmaz mı a dostlar? Yol üzerinde Habib Bey kardeşim aşçılığını konuşturdu, bize de yemek düştü.

Mangalı yelleyen Habib’in mutluluğu…

Yol üzerinde ünlü şair Şehriyar’ın doğduğu kasaba da bulunuyordu. Bu kasabanın yakınından geçerken benim radyoda da Selda Bağcan çalıyordu. Şarkıda geçen aşağıdaki söz üzerine;

“Ah yalan dünya, yalan dünya
Yalandan yüzüme gülen dünya”

Habib de Şehriyar’dan aşağıdaki dizeleri hemen söyleyiverdi:

“Senin behren yeyen kimdir? (Senin meyveni yiyen kimdir)
Kiminkisen? Yeyen kimdir? (Kimsin ki sen? Sahibin kimdir)
Sene doğru deyen kimdir?
Yalan dünya, yalan dünya.”

Coğrafyalar farklı olsa da sıkıntılar aynı sanırım…

Islı Su olarak bilinen yer Bostanabad kasabasına yakın bir şifalı su. Burada bizim kaplıcalara benzeyen bir tesis var. Kadınların ve erkeklerin ayrı yerlere girdiği bu tesiste sıcak su kaynağı, sauna ve hamam var. Doğrusu bunca yorgunluğun üzerine çok iyi geldi.

Bostanabad’daki termal tesis…

Buradan dönüşte Habib’in evine gittik. Mangalla başlayan ve köyde de çeşitli yiyeceklerin önümüze konmasıyla devam eden süreç burada da devam etti. İran’daki yemek kültürü bizdekine yakın, fakat buradaki porsiyonlar daha büyük. Ola ki İran’a giderseniz sakın ha alışkanlık eseri bir buçuk porsiyon söylemek gibi bir gaflete düşmeyin, bir porsiyon işinizi fazlasıyla görecektir.

Tebriz dağlarında insan…

Gece misafirliğe gelen Mehmet ve Mehdi Beyler ile keyifli bir sohbet oldu. Gerek kendilerinde gerekse İran’da konuştuğum diğer tüm kişilerde belli bir Türkiye algısı var. Burada “mahvara” (uydu) yayınları yasak olmasına rağmen bazı kişilerin evlerinde gizli olarak bulunuyor ve buradan Türk yayınlarını izleyebiliyorlar. Türk televizyonlarındaki programlar nedeniyle Türk halkını nerede akşam orada sabah, bir akşam o barda bir akşam bu diskoda eğlenen tipler olarak tanıyorlar. Doğrusunu onlara anlatıyorum ve Türkiye’deki medya konusunda bilgi veriyorum. Buradan da anlıyoruz ki medyanın insanları etkileme konusunda müthiş bir gücü var ve gördüğümüz kanıtlara göre yanlış bir yayın politikası güdüyorlar. Belki rating ve reklamdan daha önemli kavramların da üzerinde durmaları gerek Hoş, RTÜK’ün kanallara ceza verdiği durumlarda esas programın yerine belgesel koyarak cezalandırılan bir zihniyetten de bu ne derece beklenir bilemiyorum.

Sabah erken kalkıp Tebriz’deki ünlü Şairler Anıtı’nı ziyaret ettik. İranlılar sanatçılarına çok düşkünler ve burada ünlü şairleri Şehriyar’ın kabri var. Ayrıca İran’a mal olmuş ünlü şairlerin temsili resimleri ve dizeleri de mevcut. Buradan çıkışta modern sanatlar üzerine çalışmaları olan bir heykeltıraşın küçük müzesini de gezdik. Burada İran mutfağının tüm yemekleri (kebaplar, çorbalar, sebze ve meyveler) kilden yapılmış bir şekilde sergilenmekte.

Şairler Anıtı (Mehveret ül Şüera)

Daha sonra ise Kacar Müzesi’ni ziyaret ettik. Burası çok büyük bir saray ve Kacarlar’ın sahibi olduğu çeşitli eşyalar burada sergileniyor. Çeşitli silahlar, ev yaşamı, kıyafetler vb. eşyaları burada görebilirsiniz.

Kacar Müzesi

Buradan çıkışta ise Ali’nin evine gittik. Burada, Ali’nin çok hoşuna giden Kazım Koyuncu’nun şarkılarını ona verirken Türkiye’nin fotoğrafları var mı diye sordu. Bilgisayarımda kayıtlı olan Cemal Gülas’a ait fotoğrafları gösterdim. Çok hoşuna gitti ve dedi ki buraya çok benzeyen yerler var kuzeyde. Tamam deyip yola çıktık. Yola çıkmadan evvel bundan sonraki programımı da hazırlayıp uçak biletlerini aldım. İran’da uçak biletleri çok ucuz çünkü devlet herkes uçağa binebilsin diye bunları sübvanse ediyor. Toplam beş uçak biletine 150 dolar civarı bir para ödedim.

İran’da sıklıkla kullanılan Peykan marka otomobillerden modifiye edilmiş bir tanesi…

Akşam yola çıktık. Gideceğimiz yer Abeshahmed. Yolda gece karanlığına kaldık ve İranlı şoförlerin gözümün içine içine tuttukları uzun farları ile buraya vardık. Bizim Yalova Termal kaplıcası gibi bir yer. Aslında çadır kuracaktık ama bir pansiyon boşmuş, oraya yerleştik. Bu arada İran’ın dağın başındaki yolları dahi çok temiz ve düzgün. Gerçekten harika bir asfaltta ilerledik ve gideceğimiz yere vardık. Yol arkadaşımız Hasan Bey de gezmeye oldukça meraklıymış. Gezmenin asıl manasını da “Murat Efendi gezentiden çok öz yol yahşidir” diyerek; yani gezmekten çok yolda olmak güzeldir diye özetledi.

Gece çadırda yatmamanın ne kadar doğru bir karar olduğunu anladık çünkü büyük bir gürültü ile dolu yağdı. Dışardan bağrışmalar geliyordu, muhtemelen bazıları kötü yakalandı.

Abeshahmed’de bir kaplıca suyu var. Çeşitli rahatsızlıklara oldukça iyi geliyormuş ve çevre ülkelerden çok geleni varmış. Su yağ gibi yapışkan, şampuan veya sabun ile vücuttan çıkmıyor. Ayrı bir duş almak gerekiyor. Gerek Abeshahmed’de gerekse İran’ın Azerbaycan bölgesinde turistik açıdan tesisler yetersiz. Burada küçük bir havuza onlarca kişi giriyor, tesislerin durumu ise oldukça kötü. Burada oturanlar buranın Türkler’in bölgesi olduğu için devletin ilgisiz kaldığını belirtti.

Tebriz dağları… İran’ın kuzey tarafları aynı Karadeniz Bölgesi gibi yemyeşil.

7 comments
  1. Baris Dogan said:

    Eline saglik, zevkle okudum, keske gitmeden bana da haber verseydin:))

    • Barışcığım, inanır mısın yola çıkmadan bir ay evvel hesapta yirmi kişi gidiyorduk 🙂 Sonra kala kala tek kaldım :))) Bilsem haber verirdim vallahi…

  2. Emin Saitoglu said:

    Cok guzel kaleme almissin usagum, eline saglik

    • Teşekkürler, bir Dubai seyahati yapsanız da siz de bir şeyler kaleme alsanız 🙂

  3. rasim said:

    iki ay oldu irana gidip geleli okuyunca bir daha gideyim diye tuttuyorum. hatun bana kızıyor ve dur diyor.:(

    • Rasim Bey, ben de yazıyı yazarken gittim gittim geldim. İran insanı öyle bir içine çekiyor ki…

  4. ibrahim said:

    devamı nerde acaba

Yorum bırakın