Orta Doğu’dan Uzak Doğu’ya 2: Japonya – Fukuoka’dan Osaka’ya…


Hani gelecekte geçen filmlerde ilginç araçlar, teknolojik oyuncaklar, ilginç bir alfabe gibi klişeler vardır ya, işte bunlar bir gün olacaksa ilk Japonya’da olacak diye düşünüyorum. Japonlar her türlü teknolojik alete son derece meraklı ve teknolojiyi sonuna kadar kullanan bir millet. Öyle ki bu durum tuvaletlerine kadar yansımış. Ayrıca hepimizin bildiği disiplin, çalışkanlık ve etik gibi değerlerini saymama gerek yok sanırım. Bunun yanında Japon kültüründe kurallar çok önemli bir yer tutuyor. Örneğin yeni bir cihaz aldığımızda biz genelde deneme yanılma yoluyla cihazı keşfederken, bir Japon kullanma kılavuzundan yola çıkar. Her ne kadar biz çabucak kullanmaya başlasak da iki üç haftaya Japon dostumuz makinenin tüm özelliklerinden haberdar olur, bizim aksimize… Nitekim, otele vardığımda elime tutuşturdukları pakette bulunan wifi cihazı ve envai çeşit adaptörün yanındaki prosedür kitapçığında ihtiyacım olan her şey vardı. Bir kere bile aşağı inip “Bu nasıl çalışır, şuna da ihtiyacım var.” dememe gerek kalmadı. Tek sorun ise her şeyin Japonca yazılmış olması ve resimlerden mana çıkarmaya çalışmak!


Mr. Kebab ve kanallar şehri Fukuoka

Güney Kore ile Japonya arasında çalışan çeşitli hızlı feribot seferleri mevcut. Fiyatları ise bir baz fiyat artı benzin fiyatlarının değişimi nedeniyle uygulanan ek bir fiyatın toplamından oluşuyor. Ben Fukuoka’ya internet üzerinden aldığım bilete 13.000 yen ödemiştim, gişede ise ek olarak 2.500 yen daha ödedim ve üç saatte Fukuoka’ya vardım. Japonya’nın hemen hemen her büyük şehrinde ihtiyacınızı görecek bir metro sistemi ve bununla bağlantılı otobüs sistemi var. Tüm duraklarda, oradaki durağın hangi durak olduğunu söyleyen sesli ve görüntülü bir uyarı sistemi mevcut (en azından çoğunluğunda diyeyim!).

Japonya’nın ilk zen tapınağı Shofukuji, Fukuoka

Uzak Doğu’ya geliş sebeplerimden biri olan sakura mevsimi, her yıl yaklaşık olarak 1 Nisan – 15 Nisan arasında açan sakura ağaçlarından (kiraz çiçeği) adını alıyor. Normalde bir çiçeğin doğma, büyüme ve ölüme doğru giden çürüme evreleri vardır. Fakat sakuranın özelliği, her yıl çok kısa bir sürede açıp en güzel döneminde daldan düşmesidir. Bu iki haftalık süreç, gerek Güney Kore’de, gerek Japonya’da, gerekse dünyanın değişik ülkelerinde sakura mevsimi adı altında çeşitli festivallerle kutlanıyor. Japonya’da sakura mevsimi, şehir şehir ve hatta kasaba kasaba tahmin raporlarıyla izleniyor. Bu mevsimde sakura ağaçlarının altında piknik yapmak neredeyse bir gelenek… Bu muhteşem çiçeklerin güzelliğinin yanında, zen budizmi ve samuray kültüründe temsil ettiği sembollerin de anlamı büyük. İnsan hayatının gelip geçiciliği ve yaşlanıp elden ayaktan düşmektense hayatın en güzel noktasında sona erdirilebileceği, bu kültürün çok önemli bir yansıması… Öyle ki, bu durum şiirlerden çeşitli edebi eserlere kadar kendini eski çağlardan bu yana Japonya’ya ait çoğu unsurda göstermiş. İkinci Dünya Savaşı’nda Japon kamikaze uçakları da yine aynı kültürün bir yansıması olarak bu çiçeklerin rengine boyanmış. Son Samuray filmini izleyenler, son sahnede Katsumoto ölürken bu çiçeklerin de daldan düşmelerini hatırlayacaklardır. Sanırım bu kültürü anlatan en güzel metaforlardan biriydi bu sahne…

Hazır konu açılmışken, Son Samuray filmine ilham veren kişiler ve savaşın tarihte gerçekten yaşandığını biliyor muydunuz? Aşırı hızlı değişime karşı çıkan ve isyan eden Saigo Takamori isimli samuray ve askerleri, 1877 yılındaki savaşta yenilerek samurayları tarih sahnesinden çekmişlerdir. Bu kişinin savaşta öldüğüne dair de rivayetler var, yenilip istifa ettiğine dair de… Kendisinin ölümünden sonra onuru İmparator tarafından geri verilerek Tokyo’daki Ueno Park’a bir anıtı yaptırılmıştır.

Güney Kore ve Japonya’dan sakura manzaraları

Sakura mevsiminde daha çok Güney Kore’de olduğum için burada değişik tapınakların etrafında (özellikle Jeonju’da) bu çiçekleri görebildim. Japonya’ya adım attığımda ise çoğu yerde sakuraların görülebilirliği bitmişti, sadece bazı mikroklimatik dağ köylerinde bu çiçekleri izleyebildim. Keşke fotoğrafların yanında kokuları ve ortamdaki sessizliğin nasıl konuştuğunu da ekleyebilseydim…

Japonya Güney Kore’ye göre Latin alfabesi ile yazılan dillere karşı daha uzak. Güney Kore’de en azından turistik yerlerde bulunan İngilizce açıklamalar, Japonya’da bazı turistik yerlerde bile mevcut olmayabiliyor. Otelden aldığım turistik harita bile Japonca! Neyse ki daha önceden planlamamı yapmış ve nerede ne var şeklinde kapsamlı bir kitapçık hazırlamıştım. Eh, Roma’dayken Romalılar gibi yapmalı 🙂

Rakusuien Garden ve çay evi

Kaldığım otel, Hakata istasyon binasına oldukça yakın. Adres bulmak için bir polise otelin adresinin yazılı olduğu kâğıdı gösterdim, polisin adresi bilmemesi ve diğer arkadaşlarını yardıma çağırması ile kısa zamanda koşa koşa dört beş polis gelince sakin ve telaştan uzak Japon halkına kısa süreli bir kaos yaşatmış oldum! Ellerinden gelen bütün yardımı sağlayan bu yardımsever memurlar sayesinde de çabucak otele vardım.

Geziyi Fukuoka üzerinden planlamamın nedeni, buraya iki yıl önce yerleşen bir Türk arkadaşımı ziyaret etmek. Emrah Balcı, iki yıl önce Japon eşi ile beraber İngiltere’den Japonya’ya taşınıp bir Türk restoranı açıyor. Mr. Kebab isimli bu restoranda envai çeşit Türk lezzetini paylaşan Emrah Bey kardeşimle yemek, keyifli bir muhabbet ve kısa bir Fukuoka turu yaptıktan sonra otele döndüm. Nereden bilebilirdim Japonya’da beni doyuran tek yemeği o gece yediğimi…

Ertesi gün sabahtan kahvaltıyı yapıp şehri keşfe çıktım. Her ne kadar İngilizce sorun olsa da yeteri kadar yönlendirici tabela ile en azından gideceğiniz yeri kestirebiliyorsunuz. İlk işim Japan Rail Pass kartımı almak ve Osaka için shinkansen rezervasyonu yaptırmak oldu. Kısa sürede işi halledip Tenjin denen mahalleye geldim. Bu mahallede birçok restoran, bar, mağaza mevcut. Buranın müdavimleri özellikle hava karardıktan sonra piyasaya çıkıyorlar. Hafta sonu olması nedeniyle akşamdan kalma(!) birçok kişi sokaklardaydı. Bir de yatai denen seyyar ramen istasyonları var ki tam bir Japon kültürü örneği… Gece geç saatlerden sabahın ilk ışıklarına kadar içki, ramen ve sohbetin döndüğü bu seyyar çadırları belediye defalarca denemesine rağmen kaldıramamış. Tabi bu arkadaşların bu gücü nereden aldıklarını tahmin edersiniz sanırım.

Japonya’daki servis sektörü çok iyi. Her şey zamanında, kaliteli ve güler yüzlü… Biri size hizmet ederken, sanki bunu para kazanmak için zorunlu olduğundan değil de sizi ailesinden biri gibi gördüğünden dolayı yapıyormuş hissine kapılıyorsunuz (En azından dışarıya yansıyan görünüm böyle!). Bir de gezmeye gelenler söz konusu olunca ellerinden gelen yardımı yapmaya çalışıyor bu nazik ve güler yüzlü halk.

Osaka Kalesi

Bir sonraki gün, Sakura adlı shinkansen ile üç saatte Osaka’ya geldim. Japonya’da muazzam bir demir yolu ağı var. Öyle ki ülkeyi hızlı trenlerle kuzeyden güneye beş altı saatte kat etmek mümkün. Hızlı trenlerin dışında lokal olarak çalışan epey bir tren hattı ve çoğu şehirde örümcek ağı misali metro sistemleri de mevcut. Hatta biraz yürüyerek bazen de arada tren hatlarını kullanarak, metro sistemleriyle neredeyse şehirden şehire bile yolculuk edebilirsiniz. Yalnız Japonya’nın genel pahalılığından bu trenler de nasibini alıyor. Bu nedenle ülkeyi gezmek için çeşitli lokal veya ulusal pass kartlarını kullanmak yerinde olur. Tüm ülkeyi kapsayan Japan Rail Pass olduğu gibi gideceğiniz bölgedeki demiryolu hatlarını kapsayan bölgesel pass kartları da mevcut. Daha ayrıntılı bilgiyi www.japanrailpass.net adresinden alabilirsiniz.

Osaka’da görecek epey bir yer var, metro hattıyla bunların hemen hepsine ulaşılabiliyor. Boşu boşuna her istasyonda uğraşmamak için günlük metro pass kartı aldım, bu ayrıca çeşitli turistik merkezlere girişte de indirim sağlıyor. Yalnız tek sorun, her istasyonda İngilizce harita olmaması! Şaka gibi gelecek belki ama bazı zamanlar nereye gitmek istediğimi, istasyon görevlisiyle tarzanca anlaşarak anlatabildim. 1800ler’in sonlarına kadar ülkeye giriş ve ülkeden çıkışların izne tabi olduğu Japonya’da bu tip metro hattı veya otelde yaşadığım yabancı dil hususundaki bazı sıkıntılar bana halen bu dış aleme kapalı dönemin etkilerinin sürdüğünü düşündürdü. Tabi bunların benim kişisel görüşüm olduğunun da altını çizmeliyim.

Osaka sokakları ve Namba

Otele kapağı atar atmaz dışarıya çıkıp Osaka Kalesi’ne gittim. Kale gerçekten çok büyük bir araziye yayılmış. Zaten Japonya’daki kaleler genel olarak büyük parkların tam ortasında, duvarların hemen sonrasında başlayan küçük göllerin içerisinde… 1638’de bölgenin daimyosu (yöneticisi) Tokyuma Ailesi tarafından yaptırılmış; savaşlar, yangınlar ve depremler sonrası günümüze kadar ulaşabilmiş. Sekiz katlı bu kaleyi ve çevresini gezmek neredeyse yarım günümü aldı. Kalenin hemen yakınındaki Osaka Müzesi’ni de gezmek istedim fakat o gün erken kapanacağı tutmuş! Yarına kaldı artık… Bunun üzerine ben de şehrin önemli “ortamlarından” Namba’ya gittim. Bu bölge çeşitli restoranlar, barlar ve mağazaların olduğu ve gençlerle tıklım tıklım olan bir mahalle. Hatta Kahramanmaraş dondurmacısı bile var!

Osaka Müzesi’nde eski yaşayışlar

Ertesi gün yağmurlu ve muhteşem bir Osaka sabahında müzeye gittim. Uzakdoğu’da bana en keyif veren şey, gerek Türkiye’de gerekse Dubai’de olmayan bahar mevsimini yaşamaktı. Bir süredir yaşın kemale ermesine verdiğim göz kusurunun da Dubai’nin puslu havasından kaynaklandığını bu vesileyle teyit ettik, görüş yağmur nedeniyle o kadar net ki! Osaka müzesinde gerek Osaka tarihi gerekse “Avrupalı” ve Japon samurayların karşılaştırıldığı bir sergi vardı, maalesef fotoğraf çekmek çoğu yerde yasak olduğundan hevesim kursağımda kaldı.

Umeda Sky Building’den Osaka manzaraları ve içinden yol geçen Gate Tower binası

Bundan sonraki durağım Umeda Sky Building… Japonya’nın hemen her şehrinde o şehri tepeden görebileceğiniz kule benzeri bir yapı mevcut. Umeda Sky Building binası da 173 metre ile ülkenin sayılı kulelerinden… Gidiş yolunda Osaka Merkez İstasyonu’ndan geçip binaya yürümek gerekiyor. Bu istasyon da tam anlamıyla labirent gibi… Elimdeki harita ile kısa çaplı bir orienteering faaliyetinin ardından binaya ulaştım. Tabi az buçuk yardım almadım değil istasyon görevlilerinden Binanın gözlem yeri 39. katta ve görüş çok net. Dubai’deki Burj Khalifa, 424 metreye kadar çıkartıyor ama sıklıkla havanın puslu olması nedeniyle uzaklar bu kadar net görülmüyor.

593 yılında kurulan Shittenoji Tapınağı

Buradan sonra Japonya’daki en eski tapınaklardan Shittenoji Tapınağı’nı ziyaret edip Tsurahashi metro istasyonu çıkışındaki Kore mahallesine gittim. Bu mahallede Kore’ye ait yiyecek içecek ve eşyaları bulabileceğiniz çeşitli dükkânlar mevcut. Kore’de ünlü kendin pişir kendin ye modeli bulgoginin Japon versiyonu birçok yakiniku dükkânı da yine bu mahallede yer alıyor. Bir daha Japonya’da hiç yemek bulamayacakmışım gibi yiyip otele döndüm. Bildiğiniz gibi mutluluğun sırrı sağlıksız beslenmededir 😀

Zamanının en büyük ahşap tapınaklarından Todaji Tapınağı ve bronz heykeller

Osaka’daki ikinci günümde istikamet Nara. Japan Railways’in (JR) Osaka istasyonundan sık sık kalkan trenlerle yaklaşık kırk dakikalık bir sürede Nara’ya ulaşabiliyorsunuz. Yolculuk boyunca bir gün içerisinde en çok fotoğrafı Nara’da çektim. Nara’nın tüm turistik mekânları, devasa Nara Park’ın çevresinde yer alıyor. Her ne kadar istasyondan itibaren bu yerleri ziyaret eden otobüs seferi olsa da, benim yaptığım gibi yürüyerek de bu yerleri keşfedebilirsiniz. Ama uyarmalıyım, park gerçekten çok büyük ve ha dediğinizde yiyecek bir şeyler bulamayabilirsiniz. Buna göre tedarikli gelmek akıl kârı olabilir. Bir de parkta arsızlıkta boyut atlamış geyikler mevcut. İnsanlardan korkmayan bu sevimli yaratıkları, oradan alabileceğiniz bisküvilerle besleyebileceğiniz gibi sizin yiyeceklerinize veya genel olarak yenebilir buldukları herhangi bir eşyanıza ulaşmalarına izin vererek de mutlu edebilirsiniz! Anladığım kadarıyla turist haritasından kumaş mendile, poşetten kaleme ne bulurlarsa tadına bakıyorlar.

Nara Park etrafında erketeye yatmış geyikler

80ler kuşağı gençliğinin aklında kalan klişelerdendir “Japon kâğıt katlama sanatı” lafı… Çocuk aklımızla “Kâğıdı katlamaktan sanat mı olur” diye düşünürdük. Sonra sonra farkına vardık, Japonya’da böyle bize tuhaf gelen birçok sanat olduğunu, dövüş sanatı, yazı sanatı, çay sanatı vs. gibi, bir de bahçe düzenleme sanatı var. Nara’da da bu bahçe düzenleme sanatının ince örnekleri yan yana ziyaret edilebilir. 17. yüzyıldan kalma iki bahçe; Isuien ve Yoshikien güzelliklerini paylaşmak için sizleri yan yana bekliyorlar.

Yoshikien ve Isuien

Akşamüstü otele dönüp Kyoto hazırlıklarına başladım. Yüküm nedeniyle programımda ufak bir değişiklik yapıp Kyoto merkezli günlük operasyonlar yapmaya niyetliyim, nasıl olsa ağaya tren beleş 😉

3 comments
  1. Ali said:

    Çok güzel bilgiler vermişsiniz teşekkür ederim. Ben de birkaç gün sonra gideceğim. Size birşey sormak istiyorum. Kullandınız mı bilmiyorum ama ordaki mobil internet paketleri hakkında bilginiz var mı?

  2. Teşekkür ederim Ali Bey. Benim Blackberry telefonuma bağlı Dubai hattım orada çalışmadı. Telefondan mı yoksa hattan mı bilemiyorum. Bir sim kart almak istedim, onda da 500 dolar gibi abuk bir rakamı depozito istediler, vazgeçtim. Otellerdeki wifi ile idare ettim.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: