İstanbul Finans Merkezi Hakkında
Bildiğiniz gibi bir süredir İstanbul Finans Merkezi (kısaca İFM) adıyla gayet geniş kapsamlı bir proje tartışılıyor. Buna göre yerli ve yabancı finansal kuruluşların İstanbul Ataşehir’de 3.5 yıl içerisinde kurulacak olan ve yaklaşık proje maliyeti 4.5 milyar lira olarak bütçelenen bir merkezde toplanması öngörülüyor. Gerek bir finansal merkezin ne demek olduğunu bilen gerekse bu projeyle ilgili az da olsa bilgisi olan herkesi oldukça heyecanlandıran İstanbul Finans Merkezi fikri, acaba beklenen etkiyi yapacak mı? Bunu ancak Merkez tam anlamıyla faaliyete geçtikten sonra değerlendirebileceğiz. Benim bu yazıma konu olacak husus ise İFM’nin web sitesi aracılığıyla kamuoyuna sunulan bilgiler üzerinden giderek, bende oluşturduğu – hadi kaygı demeyelim de! – izlenimleri paylaşmaktan ibarettir. Bir vesile ile bu projenin alt komisyonlarından birinden bilgi almış ve uluslararası bir finans merkezinde çalışan biri olarak naçizane izlenimim, bu projenin Türk usulü klasik “ben yaptım oldu” zihniyetiyle devam ettirildiğini düşündürmektedir.
Genel olarak ele aldığımızda, İFM’nin kuruluşunda çeşitli kamu ve özel sektör kuruluşlarıyla STK ve üniversite temsilcilerinden oluşan (veya benim bu şekilde olduğunu sandığım) çeşitli alt komisyonlar mevcut. Her bir komisyon, stratejik eylem planında kendisiyle ilgili eylemlerden sorumlu olarak bu eylemlerin yerine getirilmesini takip ediyor, daha doğrusu ben böyle olduğunu tahmin ediyorum zira internet üzerinde yaptığım kısa bir araştırmada sadece Altyapı Komitesi’nin faaliyetlerine ve toplantılarına ilişkin elle tutulur veriye ulaşabiliyorum. Diğer komitelerin gerçekte ne yaptıkları hususunda ise tahmin yürütmekten başka seçeneğimiz kalmıyor. Kendi üyesi olduğum komiteye gelince (ismini vermeyeceğim), ben bu komiteye Kalkınma Bakanlığı ile görüşüp özgeçmişimi gönderdikten sonra üye olmuşum. Mişli geçmiş kullanıyorum çünkü ne üyeliğimin kabul edildiğinden ne da yapılan faaliyetlerden herhangi bir şekilde önceden haberim olmadı. Sadece yapılan bir toplantının sonuçlarına ilişkin özet bir çalışma e-posta ile paylaşılarak varsa görüşlerimi belirtebileceğim söylendi. İlgili yazıya kaynak teşkil eden toplantının tutanakları hakkında veya daha da önemlisi toplantıyla ilgili daha öncesinde ise herhangi bir bilgilendirme yapılmadı.
Stratejik Eylem Planı (SEP) üzerinden giderek eleştirilerime gelirsek;
- SEP’te “İslami bankacılık” veya “faizsiz enstrüman” olarak adlandırılan hususun günümüz finans dünyasındaki adı “İslami finans”tır. Diğer terimler, halen günümüzde “etliye sütlüye karışmayalım, kredi verelim, katılım hesabı açalım” mantığından ileri gidemeyen katılım bankalarının (ki bu katılım lafına da çok gülerim, vizyonsuzluğun daniskasıdır) yöneticilerinin, statüko ile ters düşmemek için biat ettikleri `politically correct` ibarelerdir. Ne gariptir ki bazı devletlerin finansal kuruluşları, İslami finans hususunda başı çekmekte ve tabir-i caizse Körfez Ülkeleri’nin çalışmaya pek de şartlanmamış halklarının etini kemiğinden ayırmaktadır. Bu coğrafyalarda faaliyet gösteren çeşitli finansal kuruluşlar “İslami finansmanda yirminci yıl” diye kutlamalar yapabilmektedirler ve bu kuruluşların Danışma Kurulu Üyeleri’nin bilgi birikimi, teolojinin yanında bir piyasa profesyoneliyle aşık atabilecek kadar fazladır. Öte yandan Türkiye’deki Danışma Kurulu Üyeleri’ne baktığımız zaman maalesef çoğunluğunun teoloji üzerine eğitim aldığını fakat finansal enstrüman geliştirmeye müsait deneyimi ve eğitimi haiz olmadıklarını görüyoruz. Hâl böyleyken, dünya çapında büyüklüğü bir trilyon doları geçen bir piyasanın ihtiyacına yönelik daha kapsamlı ve klişelerden uzak bir strateji beklemek gerekir diye düşünüyorum.
- İFM’deki finansal kuruluşların yapısı ve bu finansal kuruluşların hangi kıstasa göre seçileceği hususunda gerek SEP’te gerekse bugüne kadarki açıklamalarda tatmin edici bir cevap bulunmamaktadır. Günümüz koşullarında BDDK yasal sermaye limitinden çok daha fazlasını getirene bile bankacılık lisansı vermeyebiliyorken İFM’nin rakibi olarak görülen Dubai, Londra vs. gibi merkezlerde gerekli maddi imkânlara ve profesyonel deneyime sahip bireyler dahi banka kurabilmektedir. Bu durumda İFM sadece Türkiye’de ve/veya yabancı ülkelerde kurulmuş finansal kuruluşlara mı ev sahipliği yapacaktır? Bu durumda bu kuruluşların Levent – Zincirlikuyu hattında değil de İFM’de yer almalarının ne gibi bir avantajı olacaktır?
- Bir önceki maddenin devamı olarak, eğer off-shore bir merkez için çalışma yapılacaksa/yapılıyorsa, bu merkezdeki finansal kuruluşların on-shore finansal kurumlarla rekabet etmesine izin verilecek mi? Evet ise, neden 4.5 milyar liralık bir masraf yaparak bu sağlanacaktır (acaba bürokratik engeller yüzünden yabancı yatırımcı gelmemesi bunun cevabı olabilir mi)? Hayır ise, bu merkezdeki finansal kuruluşlar ne yapacak? Türkiye’de her köşe başında bulunan petrol zenginlerine (!) mi hizmet edecek, yoksa kara paranın aklanmasına mı yardımcı olacak?
- Global Financial Centres Index‘te başa oynayan ülkelerin merkezlerine baktığımızda, bu ülkelerin tarihsel açıdan ya önemli bir sermaye birikimine ev sahipliği yaptığı, ya da sömürgeci ülkelerin düzenlerine aracılık ettiği görülmektedir. İstanbul tarihinin hiçbir döneminde böyle bir gömleği üzerine giymemiştir. Hâl böyleyken bu merkezde yer alacak olan kurumların ana faaliyet konuları ne olacaktır? Türkiye’de mevcut finansal kurumlarda sağlan(a)mayan bir hizmeti mi sağlayacaklardır, yoksa yabancı ülkelerdeki kişi ve kurumların yatırım(cı)larını Türkiye’ye mi çekeceklerdir?
- Geçtiğimiz Haziran ayında yabancı fonların Türkiye’deki yatırımlarını teşvik etmek için yasalaştırılan vergi muafiyeti, İFM kuruluşunda da önemli bir yere sahip olmakla birlikte tek başına yeterli değildir. İFM’nin en büyük bölgesel rakiplerinden biri olan Dubai’de herhangi bir verginin olmaması, bu bağlamda Dubai International Financial Centre’ı İFM’nin bölgesel en önemli rakibi haline getirmektedir. Türkiye, vergi oranları açısından her ne kadar son on yılda gelişim gösterse de halen OECD’deki en yüksek vergi enkazına sahip ülkelerdendir. Finansal piyasalara yönelik vergi indiriminin yanında İFM’de çalışacak kişilerin gelirlerine ve sosyal güvenlik ödeneklerine ilişkin de vergi indirimi yapılmalıdır. Bununla ilgili sadece vergi oranlarının azaltılması değil vergi mevzuatının da basitleştirilmesi gerekmektedir.
Özet olarak İstanbul Finans Merkezi Projesi, şu anki görünümü itibariyle “bütün finans kuruluşlarını aynı caddede toplayalım” şeklindeki bir mantığın ürünü gibi gözükse de ilerleyen zamanlarda şeffaflığın ve finansal çeşitliliğin artması ile ülke ekonomisine daha çok katkı yapabilecek bir merkez olarak gelişebilecektir.
Geri bildirim: Londra’dan Dublin’e Beş Başkent: İngiltere 1 | myoluker.com