Şairlerin ve Güllerin Ülkesi İran 3: İsfahan, Yezd ve Dönüş…


Yolun bundan sonraki kısmında ise yalnızdım. Esasen gezinin “Lonely Planet” kısmı bundan sonrası… Elimde Zafer Bey’in kitabı ile İsfahan’a geldim ve yine kitaptan seçtiğim Siosepol Köprüsü’ne çok yakın Pol and Park Hotel’e gitmek için taksiye bindim. Böylesine turistik bir yerde taksici tek kelime İngilizce bilmiyor, üstüne üstlük Pol and Park Hotel’i de bilmiyor. Artık Allah ne verdiyse İngilizce, Arapça, Rusça bütün diller havada uçuştu. En sonunda Türkçe “Julfa Mahallesi’nin orası, Siosepol Köprüsü” dediğimde haaaa dedi :). Bundan sonra birine derdimi anlatmak için eş anlamlı kelimeleri söylesem kâfi gelecek gibi…

Zayende Rud ırmağı kuruyunca geriye sadece suda aksi olmayan Siosepol Köprüsü ve Khaju Köprüsü kalmış

İran’a geldiğimden bu yana en yorucu günümdü diyebilirim. Sabah 9’dan akşam 10’a kadar sırtımda fotoğraf malzemelerinin olduğu çantayla bir o yana bir bu yana gitmekten gerçekten inanılmaz yoruldum. Sık sık verdiğim molalar da kâfi gelmedi ve buradaki halkın yaptığı gibi bir parka boylu boyunca uzandım. Ayaklar iflas etmiş, gezecek çok yer var, zaman az…

İmam Meydanı

Gece otele gelirken çok güzel bir Siosepol manzarası görmüştüm fakat sabah kalktığımda köprünün altından şırıl şırıl akması gereken nehrin kuruduğunu gördüm. Bazı İranlılar da karşıya geçmek için köprüye çıkmaktansa kuruyan yataktan geçmeyi yeğliyorlardı! İlk durağım olan Hos Behest Sarayı restorasyonda, dolayısıyla içeri bırakmadılar. Buradan devam edip ünlü İmam Meydanı’na geldim. Burası 512 m x 163 m ebatlarında ve Çin’deki Tiananmen Meydanı’ndan sonra dünyadaki ikinci büyük meydandır. İçinde birçok eser, çarşı ve parklar olan bu meydan gerçekten de oldukça büyük. Şah döneminde ise polo karşılaşmaları için kullanılıyormuş.

Şeyh Lütfullah Camii

Meydanın ortasında Şeyh Lütfullah Camii bulunmakta… Gariptir, İran’daki çoğu camide ibadet göremedim. Bunun yerine ibadetler daha çok türbelerde yerine getiriliyordu. Ayrıca camilere girişte de sürekli olarak bilet kesiliyor. Fiyatlar Türkiye şartlarına göre hiç önemsenecek bir şey değil, fakat garibime giden ibadet yerlerinin ibadet yerine teşhir amacıyla sunulması. Her neyse, girişteki tanıtımda oldukça iddialı bir şekilde dünyanın en güzel camii olarak anılan bu mekân dünyanın en güzeli midir bilinmez, fakat içerisindeki mavi renkli çini süslemeleri gerçekten çok güzel. Tabandan tavana kadar ilk kez tamamı bitirilmiş bir restorasyon çalışması gördüm ve işlemeler gerçekten de harika. İran’da aşina olduğum sarı rengin dışında bir renk görmek çok güzel.

Ali Gapu Sarayı

Buradan ise meydanın tam ortasındaki Ali Gapu Sarayı’na gittim. Burası meydanı yüksek görebileceğiniz bir yer. İçerisindeki çalışmalar halen devam ediyor ve Saray, oda oda yükseliyor. Tavan süslemelerine ise diyecek yok.

İmam Camii

Meydanın diğer ucunda bulunan İmam Camii, bir büyük avluyu da içerisinde barındırıyor. Şeyh Lütfullah Camii’nde olduğu gibi buranın da çini işlemeleri çok güzel bir mavi renkten oluşuyor. Camii içerisinde bazı yerler işaretlenmiş ve buradan ses verildiğinde değişik noktalardan eko yapıyor. Ben oradayken camiyi gezen bir molla grubunun ezan ile deneyişine şahit oldum, sahiden de büyük bir hoparlörün içindeymişçesine ses geliyordu.

Cehel Sütun Sarayı

Meydan içerisindeki keşiflerimi bitirip bu sefer civara el attım. En yakında Cehel Sütun Sarayı (Kırk Sütun) var. Esasen kırk sütunu filan yok, fakat rivayete göre sütunların havuzda yaptığı yansımalar sonucu bu adı almış. Bu sarayın içerisinde çok çeşitli olaylar duvarlara nakşedilerek anlatılmış. Bir minyatürde ise Çaldıran Savaşı’nda Şah İsmail’in Yavuz Selim’e yenilmesinin resmedilmesi beni çok şaşırttı.

Baba Rıza… İmam Meydanı’ndan pazara Qayseriyye Kapısı’ndan girince sağdaki bir kervansarayda el emeği göz nuru masaörtülerini ve kilimlerini yapıp satan bu kişiyle sohbet edebilirsiniz

Cehel Sütun Sarayı’ndan sonra İmam Meydanı’na 6 km uzaklıktaki Minarel Junban yani Sallanan Minareler olarak bilinen yere gittim. Bu sefer yolculuk için otobüsü seçtim. İran’da otobüslerin ön tarafında erkekler arka tarafında ise kadınlar oturuyor. İneceğiniz durakta kapıdan çıkarken biletinizi şoförün yanındaki kutuya atıyorsunuz.

Sallanan Minareler olarak bilinen yer, bir mühendislik hatası mıdır yoksa bilerek yapılmış mıdır bilinmez, biri sallandığında diğeri de sallanan iki minareye sahip bir türbedir. Aşağıda yeteri kadar kalabalık biriktiğinde veya her saat başı bir görevli bir minareye çıkarak sallamaya başlar, bu şekilde diğeri de sallanır. Minarelere asılmış olan zillerle bunu daha iyi gözlemleyebilirsiniz.

Sallanan Minareler

Hava kararırken ise kurumaya yüz tutmuş Zayende Rud ırmağı üzerindeki Siosepol ve Kaju köprülerinin fotoğrafını çekmek için çabaladım. Çabaladım diyorum çünkü tüm o teçhizatla kurulum yapıp sonra değişik açılardan fotoğraflar yakalamak gerçekten beni epey zorladı. En nihayetinde fotoğraf çekimi bittikten sonra yorgun bir şekilde otele gittim.

Ertesi gün İsfahan’dan ayrılıp otobüs ile Yezd’e gittim. Takribi 5 saat süreceğini tahmin ettiğim yolculuk, çılgın şoför sayesinde 3.5 saatte tamamlandı. Buraya vardığımda beni karşılayacak olan arkadaşın bir yanlış anlama sonucu beni Cumartesi beklediğini ve şu an Yezd’in dışında olduğunu öğrendim. Çaresiz, daha önceden araştırıp bulduğum Kohan Keshane otelinin yolunu tuttum. Fakat otele vardığımda otelin dolu olduğunu, beni yakındaki başka bir otele yerleştirebileceklerini söylediler. Bu kadar aksiliğin üzerine çaresiz kabul edip diğer otele yerleştim. Buranın da adı Kooresh Otel. Yezd’de eski evleri düzenleyip bu şekilde otel olarak kullanan çok işletme var.

Yezd gibi bir kenti dolaşmanın epey vakit alacağını, benim ise vaktimin az olduğunu göz önünde bulundurarak yerel bir rehberle anlaştım. Bir günde bana tüm tarihi eserleri gösterecek. Burada özellikle Zerdüştler’in ölülerini gömdüğü Sessizlik Kuleleri ilgimi çekiyor.

Yezd kenti çok ilginç bir kent. Otelin olduğu eski yere gelirken geçtiğimiz daracık sokaklar, yüzlerce yıllık evler ve kadim bir zamanda donup kalmış yüzler… Burada öyle dar sokaklar var ki insanlar bunlara barış sokakları derlermiş çünkü bu sokaklarda rast gelen iki dargın kişi birbirleriyle temas etmeden ve dolayısıyla barışmadan geçemezlermiş. Bu sokaklarda kaybolmak gerçekten iş bile değil fakat keşfetmenin de en iyi yolu “kaybolmak” değil midir?

Yezd’deki keşiflerimiz sabahın erken saatlerinde Dahkme olarak bilinen Sessizlik Kuleleri’nde başladı. Bunun için sabahın erken saatlerini seçmemiz gerçekten çok isabet olmuş çünkü Yezd kelimenin tam anlamıyla “yanıyordu”.

Sessizlik Kuleleri… En son karede buradan çekilen Yezd manzarasını görüyorsunuz. Tarihi şehir, bu fotoğrafın solunda kalan kısımdır

Zerdüştler’e göre dört element olan ateş, su, toprak ve hava kutsaldır. Dolayısıyla ölen Zerdüştler’in toprağı kirletmemek için gömülmeyerek Sessizlik Kuleleri’nde vahşi kuşlar tarafından yenmeye bırakılması bir gelenektir. Günümüzde böyle bir gelenekleri yok çünkü yasaklanmış, bunun yerine ölülerini toprağa değmeyecek bir biçimde kayadan yapılma kabirlere koyuyorlar. Ölen kişinin bedeni buraya bırakıldığında bir Zerdüşt kuşların adamın önce hangi gözünü yiyeceğini gözlemek için burada kalırmış. Kuşun önce sağ gözü yemesi kişinin diğer tarafta mutlu olacağına, önce sol gözü yemesi ise kişinin diğer tarafta rahat edemeyeceğine delaletmiş. Bu dünyada ise saat sabahın sekizi olmasına rağmen ortalık yanıyordu!

Güvercin Kulesi

Buradan ise Yezd’e 50 km uzaklıktaki Meybud Kasabası’na gittik. Burada ilk ziyaret ettiğimiz yer Güvercin Kulesi. Güvercin pisliğinin gübre olarak kullanılması maksadıyla yapılmış olan bu kulenin içerisinde onlarca güvercin yuvası var. Yılanların kuleye tırmanamaması için beyaz ve kaygan bir şerit çekilmiş. Sonraki durağımız ise Narin Kalesi’ydi. Bu kale, İslam öncesi devirlerden beri kullanılmış ve gelişen medeniyetlerin izleri, esas temeli olan çamurdan tuğlalarda görülebiliyordu. Kale yıkıldıkça ek yapılmış ve kalenin duvarları aşağıdan yukarıya doğru gittikçe zarifleşen çamur tuğlalardan oluşuyor. Rehberim Hamid bana burayı anlatırken ben daha çok iyice yükselen güneş ışığının etkisiyle uğraşıyordum!

Narin Kalesi

Yolda İstanbul’dan gelen Kanadalı misafirleri görmek güzeldi. Yaptıkları rota ise araçlarının üzerindeki yazılardan anladığım kadarıyla İstanbul’dan Pekin’e İpek Yolu’ndan oluşuyordu.

Benim kısrağın arkadaşları 😉

Yezd resmen çölün ortasında bir yer. Böyle bir yerin sulama sistemi de tabii ki normalin dışında bir yaratıcılık gerektiriyor. Aşağıda Kanat adı verilen sulama sistemine ilişkin fotoğrafları görebilirsiniz. Kısaca, dağda yüksekte bulunan bir su kaynağı tünellerle şehre getiriliyor ve buradan çeşitli yerlere taksim ediliyor. Suyu muhafaza etmek için büyük su kümbetleri inşa edilerek tepesi açık bırakılmış. Böylece sıcak hava yukardan çıkıyor ve su serin kalıyor. Su önce evlere, sonra camilere sonra da çeşitli yerlere taksim ediliyormuş ve hepsi aynı “Kanat”tan yararlandıkları ve suyun temiz kalması için su alımı belli saatlere bölünmüş ve herkes kendine ait vakitte suyu kullanıyormuş. Su kanalları için çalışan işçiler beyaz renk giyermiş, bunun nedeni hem arkadan gelenler tarafından kolayca fark edilmeleri hem de yer altında çalıştıkları için herhangi bir göçük olması durumunda kefenlerinin hazır olmasıymış.

Su Müzesi’nde, suyun tutulduğu silolardan biri

Su Müzesi’nde ayrıca eskiden yapılan bazı evlilik akitlerini de gördük. Bizim gündemimizde birkaç senedir var olan bu akitte evlenmeden kocanın eşine ne tip hediyelerde bulunacağı açık açık yazılıyor (tabii ki en önemli hediye su).

Buranın yakınındaki bir restoranda yemek yedikten sonra sıcağın iyice ayyuka çıkması nedeniyle saat 12 ila 16.30 arasında bir mola vermeye karar verdik. Sanırım bende sıcak çarpması belirtileri mevcuttu çünkü şapkasız bir biçimde bir oraya bir buraya günlerdir dolanıyordum ve bazen de klimaya maruz kalıyordum. Otelde dinlenerek geçirdiğim bu ara oldukça iyi geldi.

200 metre ötedeki “modern” fabrikalara inat hala el emeğini kullanan bir usta… “CV”si ise arkasındaki duvarda…

Öğleden sonra “biraz” serinleyen havada Emir Çakmak Kompleksi’ni ziyaret ettik. Burada Muharrem ayında Hz. Hüseyin’in şehit edilmesi sırasında yapılan anma gösterileri için kullanılan bir araç var, adı “Nakhl”. Bu araç siyah ve yeşil bayraklarla süsleniyor, ayrıca insanların kalbini yansıttığına inandıkları için aynalar ve cihattan çekinmediklerini belirtmek için kılıçlar da araca asılıyor.

Nakhl ve Emir Çakmak Kompleksi

Buradan gittiğimiz Devlet Abad Bağı ise Yezd’in bir özetini oluşturuyor. Güzel bir bahçe, iki katlı harika bir ev, rüzgârı yakalayıp soğutarak evin içine dağıtma görevi gören “Bad-Gir”ler ve havuz…

Devlet Abad Bağı

İran’ın geleneksel sporu olan Zurhane’yi seyretmek için gittiğimiz salon ise, o günün “Cume” olması nedeniyle kapalı. Biz de birkaç fotoğraf çekmekle yetindik.

Zurhane’nin yapıldığı salon

O gün için gittiğimiz son yer ise Cami Camii. Caminin süslemeleri ve mistik atmosferi, ziyaret günümüzün Hz. Fatima’nın öldüğü gün olması nedeniyle okunan Kuran ile daha da cezbedici olmuştu. Camiinin her tarafında Kufi harflerle yazılan çeşitli dini isimler mevcut. Titreşimden dolayı pek net çekemedim, fakat aşağıda Cami Camii’nin Kıble’ye bakan tarafındaki pencerenin altında Kufi harflerle bir şeyler yazıyor. Bu yazanların yanı başında bir işaret var, bilin bakalım bu işaret nedir? Rehberim Hamid’in bu işaret ile ilgili yaptığı açıklamayı ben burada yazmayacağım ve bunları sizlerin takdirine bırakacağım. Bu işaret ve ait olduğu en son kavmin insanlığa yaptıkları; öte yandan bunun bir camide ne işinin olduğu ve bu kavmin İslam ile olan ilişkisi konusunda net üzerinde yeteri kadar komplo teorisi mevcut. İyisi mi biz burada yer işgal etmeyelim.

Camii Camii

Kaldığım otel konusunda bilgi vermek gerekirse, bu otel eski bir Yezd evinin restore edilerek otele dönüştürülmüş halidir. Yaklaşık 400 yıllık olduğu yazan otelde bir avlu, avlunun ortasında bir havuz, etrafta odalar ve odaların önünde de büyük sedirler var. Aşağıda fotoğrafını görebilirsiniz. Temizlik konusunda ne yazık ki geçer not veremeyeceğim, bu otelin yerine Kohan Keşhane’de kalabilirsiniz.

Kooresh Otel

Yezd’de göreceğimiz son birkaç yeri sabaha bıraktık. Bunlardan biri, Zerdüştler’in kutsal ateşinin 1400 yıldır yandığı Ateşgede’ydi. Ateşin orijinali Ardakan’dan Yezd’e getirilmiş. Zerdüşt rahipler tarafından günde birkaç kez besleniyor ve bu şekilde tam 1400 yıldır yanıyor. Tapınağın girişinde Zerdüştlük’ün sembolü kuş adam portresi bulunuyor. Bu sembolde sol elinde yüzük tutan adam sadakati ifade ediyor. Sol el kalbe daha yakın olduğu için bu eliyle yüzüğü kavramış. Üç katlı kanatları ise düşüncede, sözde ve harekette doğruluğu simgeliyor. Kuşun kuyruğundaki üç katlı katman ise her insanın kötü düşüncelerinin ve fiillerinin olabileceğini belirtiyor.

Ateşgede

Buradan sonra ise İskender Hapishanesi ve Yezd’in dar sokaklarını gezdik. Bu dar sokaklarda, daha önce de belirttiğim gibi şöyle bir adet var: İki dargın kişi, aracıların da teşvikiyle bu sokaklara sokuluyor. Sokaklar dar ve uzun, öyle ki bu kişiler birbirlerine dokunmadan veyahut temas etmeden ne geri dönebilirler ne de ileri gidebilirler. Bu şekilde dargınlar barıştırılıyor. Burayı da bitirdikten sonra arkadaşım Ekber’in Tahran’daki evine doğru yola çıktım.

Yezd çöllerinden alışıldık manzaralar

Oldukça sarsıntılı bir yolculuk sonrası Tahran Havaalanı’na inip oradan da arkadaşım Ekber’in evine varmam takribi 1.5 saatlik bir süreyi almıştı. Zaman kıstı nedeniyle Tahran’ı fazla gezemeyeceğimi bildiğimden nokta atışı yapabilmek için yaptığım programda en uygun olarak Sadabad Sarayı’nın olduğu yeri seçmiştim. Burası esasen birbirinden farklı 15-20 civarında ayrı müzeyi içeren çok geniş bir alan. Şah’ın yazlık saray olarak kullandığı bu komplekste o devrin yaşantısı konusunda epey bilgi alabilirsiniz. Fotoğraflardan da göreceğiniz gibi ihtişamın bini bir para!

Yezd’deki eski evlerin kapısından bir örnek… Sağdaki tokmak kadınlar için ve ince bir ses veriyor, soldaki ise erkekler için ve daha tok bir ses vererek ev sahibine gelenin cinsiyeti konusunda bilgi veriyor. Kadınlar için olan sağda çünkü kadınlar sol elleriyle çarşaflarını tutarken sağ elleriyle de kapıyı çalabiliyorlar. Erkekler için olan ise solda çünkü eve geldiklerine getirdikleri yiyecek vb. şeyleri sağ ellerinde taşıyorlar (payvand.com)

Bir diğer gün ise Karanj’den kuzeye doğru giderek buradaki doğal yaşamı izleme fırsatı buldum. Hazar’a çok yaklaştığımızdan bölge aynı bizim Karadeniz Bölgesi gibiydi. Taksicinin de teypte sürekli Karadeniz müzikleri çalmasından dolayı kendimi Trabzon’un yaylalarında gibi hissettim. Ne yazık ki zaman kıstından dolayı Tahran’dan Tebriz’e “şimal” yoluyla gitme planlarım ise suya düştü. Ne diyelim, tekrar gelmek için bahanemiz olsun değil mi?

Areş Kemangir… Rivayete göre vakti zamanında İran’ın sınırlarının belirlenmesi için bir ok atımı mesafe belirlenmiş. Oku atmak için bir kemani seçilmiş ve attığı ok üç gün üç gece yol aldıktan sonra bir ağaca saplanmış. Burası da İran’ın sınırını oluşturmuş

Bundan sonrası ise Tebriz’e gidip dostlarla vedalaşmak ve kabus gibi bir yolculuk sonrası İstanbul’a varmak şeklinde cereyan etti.

Sadabad Sarayı

İran’da bulunduğum süre içerisinde sanki 20-30 yıl öncesinin Türkiye’sini yaşadım. Araç kaymasın diye tekerleğin altına konan taşlar, aracın ışığının açık olması durumunda tüm şoförlerin ve halkın ışıkları söndürmem için seferber olması, kutu kolalarda dışarı doğru açılan kapaklar, hemen hemen kamuya açık her yerde rastlayabileceğiniz su hayratları ve insanların nezaketi… Hepsi bana bir zamanlar yaşadığım fakat şu an olmayan şeyleri anımsattı. Gelişme ve değişim iyi güzel olsa da insan biraz da değişmeyen şeylerin özlemini çekmez mi?

Şah’tan geriye kalan…

İran’da en çok nereyi gezdin ve sevdin diye soracak olursanız Tebriz ve çevresi derim fakat bu tamamen benim hayat görüşüm ve deneyimim ile ilgilidir. İran’ın güneyi turizme daha yatkın, tesisler daha modern ve dil bilen sayısı çok daha fazla. Fakat benim için “şeref-ül mekan bil-mekin” yani mekanlar insanlarla güzeldir. Yaptığım seyahatlerde gezip gördüklerimden daha önemli olan oradaki insanların yaşayış biçimleri ve hayatı algılayışları olduğu ve ben de bunu en iyi Tebriz’de gözlemleyebildiğim için burası bana İran’ın en güzel yeri gibi geldi. Tabii ki herkesin yaşayacağı deneyimler farklıdır. Kötü olaylarla karşılaşmadım mı? Tabii ki karşılaştım. Fakat bunlardan bahsedip sizi gereksiz algılamalara sürüklemek ve bir iki saksağanın yanlış davranışlarını genelin özü gibi sunmak bence yanlış. Bu nedenle bunlardan bahsetmeye lüzum görmüyorum.

Bu yazıyı okuyan ve beni misafirperverlikleriyle ailelerinden biri gibi ağırlayan İran’daki dostlara tekrar teşekkür ediyorum.

2 comments
  1. ibrahim said:

    teşekkürler 10 numara bir gezi olmuş çok şeyler öğrendim baharın inşallah sizin rotanızna olmasada yola çıkacağım

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: