Orta Doğu’dan Uzak Doğu’ya 2: Japonya – Kyoto’dan Tokyo’ya…

Nijo Kalesi ve park
Her ne kadar sabah geç uyanıp Kyoto’ya öyle gitmeyi planlasam da sabah yedi buçukta cinli gibi ayaklanıp JR’ın ekspres treni ile otuz dakikada Kyoto’ya vardım. Gelir gelmez, “Odaya dörtten önce almayız” diyen otel yöneticilerinin zoruyla şehri gezdim. Nijo Kalesi Kyoto’nun simgelerinden… 17. Yüzyılda yapılmış kalenin içindeki ahşap zemin, birilerinin geldiğini haber vermesi için selviden yapılmış, buna da singing woods demişler. Tavanda ise harakiri (seppuku) yapan samurayların anısına 870 samurayın kanıyla boyanmış bir ahşap mevcut. Bu ahşabın üzerinde el izleri veya öldükten sonra yere düşmüş bir insan figürü gibi çeşitli işlemeler görebilirsiniz. Japonya’da eski yapılarda, bilhassa bu yapıların çatılarında selvi ağacının kullanımı çok yaygın. Özellikle eski dönemlerde Kiso Vadisi’nde yetişen selvi ağaçları ikametgâh ve benzeri yapıların kullanımında dayanıklılığı sebebiyle çokça kullanılmış. Bu kadar değerli bir maddenin kesimi de elbette izne bağlıymış, izinsiz kesimlerde ağaç başına bir kelle alındığı da rivayet ediliyor! İçeride mazideki yaşama ait birçok canlandırma mevcutsa da, fotoğraf çekmek yine yasak olduğundan buradan bir fotoğraf çekemedim.

Kyoto caddeleri ve Kyoto Tower
Gerek Kyoto gerekse Japonya’daki diğer şehirler için konuşmak gerekirse, o tapınak senin bu sunak benim şeklinde gezerseniz, otel ve ulaşıma harcadığınız para kadar bir parayı giriş ücretlerine harcamış olursunuz. Bunun yerine ilginizi çeken yerleri önceden çalışmak daha akıllıca olur. Keza bazı yerlere çat kapı da giremiyorsunuz (misal Kyoto Imperial Palace, Katsure Village vs). Bu gibi yerler için önceden izin almak, hatta izin başvurusunu posta ile yapmak gerekebiliyor.

Kinkakuji
Kyoto birbirini kesen cadde ve sokaklardan oluşan kabaca dikdörtgen bir şehir. Fon müziği olarak korku filmini andıran bir müzik kullanılan metro altyapısı pek gelişmemiş, bunun yerine otobüsler sıklıkla kullanılıyor. Günlük daypass ile hemen hemen tüm önemli yerleri gezebilirsiniz.
Kyoto Japonya’nın uzun çağlar boyunca gerek başkentliğini gerekse kültür başkentliğini yapmış bir şehir. İkinci Dünya Savaşı sırasında atom bombasının atılması düşünülen kentlerden biri olan Kyoto, Amerikalı bir subayın balayını burada geçirmesi ve atmosferinden çok etkilenmesi sonucu bu hakkını(!) Nagasaki’ye devretmiş.

Ginkakuji
Sabah Imperial Palace ile başlayan tur sonrasında meşhur altın tapınak “Kinkakuji”ye gittim. 15. Yüzyılda zamanın shogunu tarafından yaptırılan bu tapınak, 1950′de fanatik bir rahip tarafından yakılmış. Bugün gördüğümüz tapınak 1955′te restore edilip kullanıma açılmış. Tapınağın içinde muhteşem yürüyüş yolları ve bahçe düzenleme sanatının nadide örnekleri görülebilir. Buradan sonra ise Kinkakuji’nin bronz versiyonu olan ve yine 15. Yüzyılda yapılan Ginkakuji ve geyşa mahallesi Gion’u yürüyerek tavaf ettim.

Kiyomizudera ve Higashiyama
Geyşa kültürü Japonya’da 16. Yüzyılın sonlarında ortaya çıkmış ve hala devam ettirilen bir kültür unsurudur. Hatalı bir şekilde fahişelikle aynı anlamda kullanıldığına şahit olduğumuz geyşa kelimesi esasen erkeklerin hoş vakit geçirmesini sağlayan ve bu iş için yıllar süren eğitimden geçen kadınları tanımlıyor. Japonya’nın belli başlı bölgelerinde hala kapalı kapılar ardında devam eden bu gelenek bendeniz gibi kısa süreli ateş almaya gelmiş insanlar için keşfetmesi oldukça zor… Kyoto’daki Gion Mahallesi de geyşaları ile ünlü, bu mahallede gezerken birkaç geyşa gördüm fakat etrafta erketeye yatmış fotoğrafçıların deklanşör seslerinden pek hoşlanmadıklarını tahmin ettiğimden (!) fotoğraf çekmedim.

Tofukuji Tapınağı, Kyoto
Buradan sonra otobüsle Higashiyama’ya, Kiyomizudera Tapınağı’na gittim. 780 yılında inşa edilen bu tapınak, Kyoto’ya tepeden bakan bir ahşap terasa sahip. Etrafta ise birçok dükkan ve restoran mevcut. Japonya’nın ünlü tapınaklarından biri olduğundan epey bir ziyaretçi de ortalıktaydı.
Katsura Village, girmek için önceden izin almanız gereken kraliyet ailesine ait bir çiftlik. İçerisinde Japon mimarisinin ve bahçe düzenleme sanatının güzel örnekleri mevcut. Kyoto Imperial Palace’ı ziyaret ettiğim sırada, bir sonraki gün için de burası için rezervasyon yaptırmıştım. Sabah erken saatlerde diğer ziyaretçilerle beraber bir buçuk saat boyunca bu çiftliği gezdik.

Katsura Village: Birinci fotoğraftaki çam ağacının olduğu yer, tüm bahçeyi baştan başa görüyor. Fakat ziyaretçilerin herşeyi bir anda görmeyip, bahçenin etrafında tur atarak bahçeyi gezmesi için manzara çok naif bir şekilde saklanmış.
Kanazawa, Takayama ve Nagoya üçgeninde Japon Alpleri bulunuyor. Bu bölge ulaşım açısından sıkıntılı olsa da muhteşem manzaralara ev sahipliği yapıyor. Kyoto’da kalırken günübirlik gezi planlarımda halen sakuraların görülebileceği Takayama’yı da ziyaret etmek vardı. Kyoto ile Nagoya arası hızlı trenle yarım saat ve sonrasında ise iki buçuk saatlik bir yolculukla Takayama’ya varılıyor. Sanki Karadeniz’in dağlarına tren hattı döşemişler gibi; Nagoya’dan sonra muhteşem bir doğa, güzel fotoğraf manzaraları için sizleri bekliyor. Özellikle Kanazawa ve Takayama, tarihsel dokularını koruyan ve yeşille barışık yerleşimleriyle mutlaka gezilip görülmesi gereken yerlerden.

Kenrokuen, Kanazawa
Gerek kültür gerekse coğrafi bakımdan Japonya’yı Türkiye’ye benzetmedim değil. Bunda herhangi bir yerin güzelliğinin sadece o mevsime mahsus olmayıp diğer mevsimlerde de değişik görünümler barındırdığını tahmin etmem etkili oldu. Şimdi düşününce sakura mevsimi dışında kış ve sonbaharın da harika olacağını tahmin ediyorum. Umarım o mevsimlerde tekrar gelebilirim.

Nagoya Kalesi ve içerisindeki müzede bulunan muhteşem çalışmalar
Edo döneminde, seçkin sınıf dışında at kullanımı yasak olduğundan tüm halkın bir yerden bir yere gitmesi yürüyüş dışında mümkün değildi. Bu nedenle günlük yürüyüş mesafeleri düşünülerek dağlarda kurulmuş birçok konak bulunmaktaydı. Bugün de Japon Alpleri’nde bu şekilde birçok köy var. Bu köylere trenle hızlı bir şekilde ulaşmak mümkün. Dağlardaki muhteşem çiçek kokuları ve nehir boyunca uzanan yerleşimler de fotoğrafçılar için güzel kareler sunmakta.
Nagoya, Tokaido Shinkansen hattı üzerinde ve geçmişten bugüne önemli bir ulaşım noktası. Tokyo’dan gelen hemen hemen bütün hızlı trenler burada duruyor. Hâl böyle olunca ulaşım açısından sıkıntı çekmiyorsunuz. Nagoya’ya gitmek istememin esas nedeni, Japonya’da varlığını tahmin ettiğim bir tren müzesine ev sahipliği yapması… Japonya’daki müzelerin en sevdiğim yanı, ziyaretçileri interaktif bir şekilde konunun içine çekmesi…Tren müzesinde geçmişten günümüze (ve hatta geleceğe!) Japonya’daki tren hatlarının durumu inceleniyor. Kullanılan birçok trenden tutun shinkansendeki güvenlik tedbirlerinin uygulamalarına kadar birçok değişik pavyonda ziyaretçiler bilgilendiriliyor. Ayrıca çocuklar için sıklıkla tren setlerinin olduğu bir oyun odası da mevcut. Bu haliyle hem büyükler için hem de küçükler için yeterince “oyuncak” içeriyor. İçeride shinkansen ile merak ettiğim her türlü soruya cevap buldum. Shinkansen, kelimenin tam anlamıyla uyumuyor, seferler biter bitmez, raylar ve araçlar üzerinde incelemeler başlıyor ve sabaha kadar sürüyor. Bakım onarım vs derken koskoca bir sektör bu işten ekmek yiyor. Bununla da bitmiyor, günümüzde seyir hızları 320 kilometreye çıkarılmış shikansenlerin son yirmi yıldır testleri süren yeni versiyonu Maglev de burada sergileniyor. Sürtünmesiz ortamda hareket eden Maglev’in seyir hızı saatte tam 500 kilometre olacakmış. Yani şu an tüm Japonya’yı altı saatte geçen shinkansenin süresi 3 saate inecek! İçeride bir simülasyon ortamı da mevcuttu, gerçekten muhteşem bir alet. Ne diyelim, sanırım Japonya, uçağa ciddi bir alternatif çıkartacak. Müzede ayrıca Nagoya kentinin küçük bir kopyası da mevcut. Bu küçük kopyasında bütün tren hareketleri muazzam bir şekilde gerçeğine uygun olarak yapılmış ve bazılarına kamera konmuş. Bir Japonya turunda mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir yer olarak düşünüyorum.

Tren müzesi
Daha önce de belirttiğim gibi Kiso Vadisi, Japon Alpleri’nde yer alıyor. Burada eski geleneklerini sürdüren birçok köy ziyaret edilebilir. Köy yaşamının dışında, sadece dağlardaki o muhteşem çiçek kokuları için dahi gidilebilir. Magome, Tsumago ve Narai, bu köylerin en ünlülerinden… Magome ve Tsumago arasında bir trekking parkuru da var. Bazen ormanın içerisinden bazen ise otoyolun kenarından geçen bu on kilometrelik yol üzerinde ise ayılara dikkat etmek gerekiyor.
Japon ekonomisinin can damarı belki de tasarruf ve geri dönüşüm… Gerek ev ve otellerde gerekse iş yerlerinde mümkün olduğunca geri dönüşümlü malzeme kullanıp, çeşitli kullanım artıklarını ise olabildiğince sınıflayarak bunları da geri kazanmaya çalışıyorlar. Likit artıklardan kağıt ve naylon poşetlere, şişe kapaklarından metal benzeri gereçlere kadar hemen hemen her yerde bu şekilde sınıflanmış çöp konteynerleri mevcut. Otelde rastladığım ve geri dönüşümü destekleyici reklam filmleri de sürekli televizyonlarda dönüyor.
Japonya gezim üzerine nette araştırma yaparken çeşitli forum sitelerinde tartışmalara şahit oldum. Bunlardan bazılarını maalesef üzülerek okuduğumu belirtmem gerekiyor. Kişisel deneyimlerin mevcudiyeti tabi ki ayrı, fakat bu tip olaylardan yola çıkarak bir milleti komple ırkçılıkla itham etmek çok talihsiz bir yaklaşım. Japonlar’ın biraz utangaç oldukları ve bazı durumlarda kolay kolay iletişim kurmayabilecekleri benim de tecrübe ettiğim bir durum olsa da bugüne kadar yaptığım seyahatler içerisinde gezginlere en çok yardımcı olan halklardan biri olduklarını söyleyebilirim. Dil ne kadar problem olsa da sorununuzu anlayıp size yardımcı olmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Hâl böyleyken yaşanan bazı tatsız durumlarda diğer tarafın etkisini de göz önünde bulundurmak gerekir diye düşünüyorum. Bu anlamda, eğer bir Japonya seyahati öncesi plan yapmak için Türkçe kaynak arıyorsanız olumsuz yazıları çok fazla dikkate almamanızı naçizane tavsiye edeceğim.
Kyoto’dan sonraki son durağım ise Tokyo. Beş günlük bir gezi planı dahilinde gerek Tokyo gerekse erişebildiğim kadar çevresini gezmeyi amaçladım. Şehir hayatından pek hoşlanmayan biri olarak açıkçası Tokyo’nun da bana pek cazip gelmediğni söyleyebilirim. Yine de şehrin belli başlı yerlerini gezip fotoğraflamaktan geri durmadım.
Yaklaşık otuz yedi milyon kişiye ev sahipliği yapan Tokyo, 17. Yüzyıla kadar bir kasaba görünümündeyken gerek o zamanki Shogun’un kendi merkezini burada kurması, gerekse iki yüzyıl sonraki Meiji Restorasyonu sırasında başkent ilan edilmesi ile hem nüfus bakımından hem de tarih bakımından dünyanın önde gelen şehirleri arasına girmiş. Gerek alışveriş ve sanat, gerek tarih ve kültür bu şehirde iç içe… İlk dikkati çeken şey, Japonya’nın diğer tüm şehir, kasaba ve köylerinde olduğu gibi yolda çöp tenekesine rastlamayışınız ve sokakların son derece temiz olması. Bu kadar kalabalık bir şehirde ne yasakla ne de kanunla böyle bir şeyi başaramazsınız diye düşünüyorum. Bunu belki de insanların toplu hareket etme bilinci ve topluluğun şartlarına uyma (nam-ı diğer mahalle baskısı) eğilimi ile açıklayabiliriz.
Özellikle elektronik meraklıları için Tokyo’daki Akihabara tam bir cennet. Birçok elektronik mağazasında her nevi bilgisayar, fotoğraf makinesi, ev gereçleri ve aklınıza gelmeyen; o ana kadar görmediğiniz envai çeşit elektronik ürün bulunabiliyor. Benim ziyaret ettiğim zaman lens fiyatları Türkiye ile hemen hemen aynıydı, fakat fotoğraf makinelerinde neredeyse Amerika fiyatlarına yakın ürünler bulunabiliyordu. Bu anlamda satın almadan evvel birkaç dükkan gezmek mantıklı olur.

Akihabara ve Shinjuku
Şehir gelişimini Imperial Palace etrafında gerçekleştirmiş. Tipik Japon mimarisinin bir örneği olarak etrafı göletle çevrili ve ağaçlık büyük bir parkın ortasında duran sarayda günümüzde Japon İmparatoru kalıyor. Gerek etrafında gerekse sarayın yakınlarında fotoğraf çekmeme kimsenin bir şey dememesinden cesaret alarak içeri girmeyi denesem de görevlilerin nazikçe burada ikamet eden birinin olduğunu söylemesi ile ziyaretçilere yasak olduğunu anladım. Aynı şeyi Ankara’da yapsam en iyi ihtimalle birkaç saat karakolda misafir edilirdim diye tahmin ediyorum.
Adını dünyanın en kalabalık istasyonlarından birinden alan Shinjuku, her gün milyonlarca yolcuya ev sahipliği yapıyor. Etrafındaki iş merkezleri, restoranları ve hava karardıktan sonra değişen ortamı(!) ile popüler bir turistik yer olan Shinjuku’da ilgimi çeken bir kılıç müzesi vardı. Burada çeşitli Japon kılıç okullarının kendi teknikleriyle imal ettikleri ve 15. Yüzyıla kadar giden değişik kılıçlar sergileniyor. Yine yakındaki Tokyo Belediye Binaları’nın seyir teraslarına ücretsiz olarak çıkılıp panoramik Tokyo manzarası izlenebilir.

Ginza ve Shibuya
Ginza, gerek metrekaresi on milyon yene kadar çıkan fiyatları, gerekse dünyaca ünlü butik, restoran ve gece klüpleriyle Tokyo’nun belli başlı alışveriş merkezlerindendir. Ana cadde boyunca uzanan ünlü mağazaların önünde sıra sıra insanlar alışveriş yapmak için(!) bekliyorlar. Mağazaların üst katlarında dünya mutfaklarından örnekler mevcut.
Tokyo’daki bir başka popüler alışveriş ve eğlence merkezi Shibuya’nın kendi adıyla anılan istasyonu birçok metro ve tren hattının kesişme noktasında yer alıyor. Gerek en son Avrupa kreasyonlarının sergilendiği butikleri gerekse kısa süreli konaklama(!) sağlayan “love hotel”leriyle günün yirmi dört saati canlı bir yer Shibuya…
Tokyo’da kaldığım süre içerisinde sakuraların halen görülebileceği daha kuzeydeki Kakunodate’ye de günübirlik bir tur yaptım. Fakat ben gittiğimde neredeyse hepsi dökülmüştü. Yalnız bu turun en güzel tarafı, ulusal tatil olan Golden Week haftasında Japonlar’ın nasıl seyahat ettiklerine canlı canlı şahit olmamdı. Tokyo İstasyonu’nda kelimenin tam anlamıyla adım atacak yer olmamasına ve değişik yönlere giden trenlerin sıklıkla kalkmasına rağmen o muazzam kalabalık son derece düzenli ve uyumlu bir şekilde trenlere giriyor ve trenlerden çıkıyordu. Hiçbir zaman ne bir itişme ne de sırayı bozma görmediğim bu süre zarfında yoğunluk nedeniyle shinkansen seferlerinde gecikme de yaşandı. Etrafta, elimdeki biletle panoya manasızca baktığımı gören biri ise yanıma yaklaşarak tren seferlerinin gecikmeli gerçekleştiğini açıkladı.
Tren seferlerinin gecikmesi, Tokyo ve diğer Japon şehirlerinde rastlanan bir durum. Bunun sebebi, bazı tren hatlarının popüler(!) bir intihar destinasyonu olması. Gerçekten de hayatın son derece dinamik aktığı Japonya’da bu dinamizm intihar oranlarına da yansımış. Seul ile birlikte Tokyo, dünyada en çok intihar vakası görülen kentlerden… Tokyo’daki dördüncü günümde bazı tren seferlerinin “yolcu kazası” nedeniyle yapılamadığına da şahit oldum.

Sumo Müzesi girişi, Ryogoku
Daha önce de dediğim gibi Tokyo’da herkes için bir şeyler var. Uzak Doğu dövüş “sanatlarının” da kalbi olduğu için Tokyo’da ihtiyaç duyduğunuz her tür malzemeyi temin edebilirsiniz. Kaldığım süre içerisinde kendo malzemeleri satan bir dükkandan siparişi verip elli gün sonra siparişimi aldım. Hatta soyadımda yapılan bir yanlışlığı öğrenince bir ekipmanın yenisini dahi, hem de ücretsiz olarak gönderdiler.
Tokyo Ryogoku’da yer alan sumo mahallesi de ilginizi çekebilecek yerlerden… Bir sumo müzesi ve maçların devam ettiği bir stadyum da mevcut. Bu mahallede herşey sumocular için. Restoranlarda bir sumocunun ortalama yemeğini beş kişi yiyebilirsiniz. Orada olduğum sürece rastladığım sumo güreşçileri sayesinde de kendimi epey zayıf(!) hissettiğimi söyleyebilirim. Yine buraya yakın Edo-Tokyo Müzesi var. Bu müzede geçmişten günümüze Tokyo’nun tarihi ile ilgili canlandırmalar ve gösteriler mevcut.

Tokyo Tower ve kuleden Tokyo görünümleri
Daha önce de belirttiğim gibi, Japonya’nın hemen her şehrinde, o şehri kuşbakışı izleyebileceğiniz bir kule mevcut. Benim gittiğim tarih itibariyle 332 metrelik yüksekliği ile Japonya’nın en yükseği olan Tokyo Tower bu ünvanını Haziran 2012 itibariyle 634 metre yüksekliğindeki Tokyo Skytree’ye kaptırdı. Tokyo’ya yapılacak bir gezide seçenekleriniz arasında bulunabilir. Tabi Tokyo Tower’da bileti kapıda aldığınızı, kalabalık olduğunu, iki farklı kademe olduğunu ve en yüksek yerine çıkmak için epey bir beklemeniz gerekeceğini baştan belirteyim.
Japonya’nın diğer şehirleri gibi Tokyo da içerisinde birçok bahçe barındırıyor. Bunlardan bir tanesi Rikugien Garden. 18. Yüzyılda zamanın yöneticisi tarafından yaptırılan bahçenin özelliği, Japon Edebiyatı’ndaki en önemli şiirlerden seksen sekiz adet manzaranın bahçede bulunuyor oluşu… Bahçenin içerisinde bir çay evi de mevcut.

Rikugien Garden
Japon mutfağını sushiden ibaret sanıyorsanız yanılıyorsunuz. İnanışın etkisiyle olduğunu tahmin ettiğim ve genel olarak yenecek olan şeye “en az müdahale”yi esas alan bu mutfak genelde deniz mahsülleri ve pirinç üzerine kurulu. Ekilebilecek toprağı son derece az olan Japonya’da meyve sebze fiyatları da oldukça pahalı. Hâl böyle olunca mutfağın doğal akışı aslında insanları da sağlıklı yaşama itmiş. Aynı Güney Kore’de olduğu gibi aşırı kilolu kişi çok az, ömür oldukça uzun. Tepside önünüze konan yemekte dahi Budizm’in “denge” amaçlı yansımaları görülüyor. Geleneksel ve çeşit çeşit sushi restoranlarının yanında genelde sığır etinden “kendin pişir kendin ye” restoranları ve klasik makarna çeşitleri ramen ve sobanın çeşit çeşit versiyonlarını görebileceğiniz yatalar şimdi aklıma gelenler… Bunları dışında hazır yemek kültürü de mevcut. Açıkçası bende pek kayda değer bir hatıra bıraktığını söyleyemeyeceğim bu mutfak ile ilgili olarak en iyisi sözü, altı yıldır Japonya’da yaşayan Semih Sunkar‘ın deneyimlerine bırakalım.

Japon mutfağından örnekler…
Tokyo’dan sonra Seul üzerinden Dubai’ye döndüm. Şimdi düşününce muhteşem bir mevsimde muhteşem yerleri gezdiğimi düşünüyorum. Öte yandan yazımın başında da belirttiğim gibi, bu coğrafyalardaki iklim ve bitki örtüsü nedeniyle buraların her mevsim farklı güzel olduğunu düşünüyorum. Özellikle sonbahar renkleri ve kış manzaralarını yerinde izlemek için tekrar gitmeyi çok istiyorum.
Geri bildirim: Türkiye Ekonomisi Üzerine Çözümlemeler | myoluker.wordpress.com
Geri bildirim: Londra’dan Dublin’e Beş Başkent – 2: İngiltere ve Galler | myoluker.com